Bu Blogda Ara

17 Oca 2011

BAKIŞ AÇISI

Hayata farklı noktalardan bakabilmek, farklı açılardan değişik görüşler yakalayabilmek... Hayatı sorgulayabilmek, yorumlayabilmek; insanların iç dünyasına bir yolculuk yapabilmek, olayların nedenlerine inebilmek... Kolay değil elbette, ama keşke yapabilsek... Bir başka açıdan da değerlendirebilsek kişisel beğenilerimize ters düşeni. Farklı bakış açılarıyla farklı güzellikler de yakalanamaz mı? 

Yaşam boyu farklı değerlendirebileceğimiz ne çok olay, ne çok insan çıkabilir karşımıza: Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin, zevkli-zevksiz, kolay-zor, değerli-değersiz, anlamlı-anlamsız diye adlandırdığımız nice şey... Bizi biz yapan değerler zamanla oluşuyor; yaşadığımız coğrafya, kültür, ailevi etkenler, sosyal çevre, kişiliğimiz... hepsi dünyaya bakışımızı etkiliyor. 

Henüz çocuklar çok küçükken söylediklerini hepimiz kolayca kabulleniyoruz. Eve gelen konuğu sevmediyse, yüzüne karşı söyleyebiliyor bütün içtenliğiyle. Anne-baba ne kadar utansa da durum değişmiyor. Ama giderek sosyalleşiyor, daha kontrollü, daha sakin, daha ılımlı konuşmayı öğreniyor. Birey olarak dünyaya bakışı da değişiyor.

Hayat devam ederken bazı şeyleri benimsiyor, bazılarını reddediyoruz. "Alışkanlıklarımız" bakış açımızın oluşmasında önemli bir etken. Çocukluktan itibaren yaşam tarzımız, kazanımlarımız, kayıplarımız, hayata bakışımızı olumlu-olumsuz etkiliyor, bizi rahatlatıyor, ya da rahatsız ediyor. Belki o yüzden eski tatları daha çok arıyor, eski dostları daha çok özlüyoruz.

Koruma-korunma duygusu insanın doğasında var,özellikle sevdiklerini korumak istiyor insan. Elbette bu, sevmediklerine zarar vermek olarak anlaşılmıyorsa da, beğenilmeyen de zarar görebiliyor bazen. Okulunu, öğretmenini sevmeyen öğrenci sıraya zarar veriyor, toplu taşıma araçlarında oturma yerleri tahribata uğruyor. Farklı kişiliklerde öfkenin dışa vurumu da farklı oluyor.

Toplum giderek değişime uğruyor. Bakış açımıza göre olayları "ya hep ya hiç" mantığıyla değerlendiriyor, beğendiğimizi anlatacak söz bulamazken, beğenmediğimizi yerin dibine batırıyoruz. Tıpkı tahammülsüz çocuklar gibi "sabırsız" davranarak aniden dile getiriyoruz düşüncemizi; kırıyor, kırılıyoruz. Günlerce tartışmaktan yorgun düşüyor, birbirimizi incitiyoruz. Böylece bakış alanımız giderek daralıyor...

Bu arada unutuyoruz; içe bastırılan, aktarılamayan, anlatılamayan her düşünce içsel rahatsızlıklar yaratıyor. Birbirimizi dinlemediğimiz sürece; sesler birbirine karışıyor, konuşmalar anlaşılmıyor. Oysa temelde her insanın anlaşılmaya ihtiyacı var. Çocuk resimleri ne güzel bir örnektir; ilk bakışta hiçbir şey anlamazsınız, ancak iletişim kurulduğunda, her şey bir anlam kazanır, onun iç dünyasına bir yolculuk başlar...

Kültür, sanat, spor: Yüzyıllardır insanlar arasında en etkili yakınlaşma araçları olarak kabul görmüş, acılar, hüzünler, umutlar sevdalar, coşkular, onlarla dile getirilmiş, ruh sağlığı bozukluklarında bile tedavi yöntemi olarak benimsenmiş...  Ancak her konuda, her şey bakış açımıza, değerlendirmemize, yorumumuza bağlı... Görünürdeki bir kova su için bir düşünür şöyle diyor: "Buradan bir kova su gibi görünüyor, ama bir karıncanın bakış açısından engin bir okyanus, bir filin bakış açısından sadece bir içecek, bir balığın bakış açısından ise elbette onun yurdu..."  




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder