Bu Blogda Ara

22 May 2011

GÜVENİLİR OLMAK

İnsanların güvenini kazanmak, "güvenilir insan" olmak pek kolay değil. Yaşam boyu doğrularla yanlışların akıl ve mantık terazisinde dengelenmesi gerek. Övgüyle yerginin yerinde kullanılması, ilkelerden ödün vermeksizin inanılan değerlerin  sonuna kadar savunulması, bazen herkesin onayladığı bir olay veya davranışta bile kendi görüşünü ortaya koyabilmek... Güvenilir olmanın bedelleri bazen ağır olabilir elbette, ancak vicdani sorumluluk, vicdani rahatlık her şeye değmez mi?

"Güvenilir olmak"; öncelikle yalansız, dürüst, objektif, ön yargısız, tarafsız olmayı gerektiriyor. Bazen çocuk saflığı ve duyarlılığı bile olan biteni en yalın, en tarafsız biçimde özetlemeye yarayabiliyor. Tıpkı masalda terzisi tarafından aldatılan kral öyküsü gibi. Herkes alkışlarken bir çocuk gerçeği dile getirmişti.

Bazen gazetelerde onca olumsuz haber arasında bir güzel haber insanın içini aydınlatıyor. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, çevresel kirlenmeyi tüm gerçekliğiyle dile getirdiği için belediye başkanlarınca halkı paniğe, korkuya yönelttiği için suçlanmış, savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş. Oysa sayın Hamzaoğlu, Dilovası'nda yaptığı araştırmalarda ilçede yaşayan annelerin sütü ile beslenen bebeklerin dışkısında ağır metaller olduğunu kamuoyuna duyurmuş.

Nedense doğrularla yanlışlar birbirine karışır bazen. "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" deyip yıllarca yanlışlara tepki göstermemeyi benimsemiş kimimiz. Bir dürüst insanın, bir bilim adamının gerçekleri dile getirmesi nasıl da sevindiriyor bizleri. Kendine saygısını yitirmeyen onurlu insanlarımızın varlığını bilmek ne güzel. Keşke Kütahya'daki siyanür karışımının boyutu da gerçek yönüyle, cesaretle açıklanabilse. Her konuda, asıl önlem alınmazsa sonradan yaşanacak panik ve korku çok daha büyük olmaz mı?
Her alanda; işini gerektiği gibi yapan, dürüst, güvenilir, tarafsız, objektif, doğruları savunan insanlara nasıl da özlem duyuyoruz.


15 May 2011

YAŞAM BİR SINAV MIDIR?

Kaç yaşında olursak olalım, yaşam boyu sınavlarla karşı karşıyayız. Zor bir işin üstesinden gelme, yeni bir girişim, bir uyum süreci, kendini kanıtlama çabası, yeni bir kente alışma, iş bulma, eş bulma.... her biri kişisel bir sınav değil midir?" Sınav" karşılığı sözlüklerde şöyle belirtiliyor: Bilgi derecesini anlamak için yapılan yoklama, imtihan, test. Direnme, dayanışma, güç gerektiren, sonuçta bir tecrübe kazandıran zor durum. Her sınav kişiyi zorluyor, bir uğraşıyı beraberinde taşıyor, doğal olarak kişi veya yakınları için stres yaratabiliyor.

Sınav sözcüğü bile öğrencilerde yoğun duyguların yaşanmasına neden olabilir. Yıllarca eğitimin farklı konumlarında çalışırken bu durumu yakından gözledim. Emeklilik sonrası bir dershanede 10 yıl "rehber öğretmenlik" deneyimim, sınavların öğrencilerde yarattığı psikolojik baskıyı çok daha net gözlememi sağladı. Gelecek kaygısı, kendini kanıtlama çabası, bilgiyi ortaya koyamama endişesi, zamanı yeterince kullanamama düşüncesi, yanlış işaretleme sıkıntısı.... ve daha pek çok konu.... Sınav öncesi günlerce uyuyamayan, çeşitli psikosomatik rahatsızlıklar yaşayan, psikolojik yardım alan, kaygılar yaşayan, günlük yaşamı altüst olan öğrenciler tanıdım. 

Günlerdir haberlere konu olan "Yükseköğretime Giriş Sınavı" ile ilgili olarak şifre iddialarında öğrenciler adına büyük üzüntü duyuyorum. Karar aşamasında öğrenciler ve eğitimciler adına temsilci bulunmayışını büyük eksiklik olarak nitelendiriyorum. Herkes adına test kitapcığı ve kitapcık sayısı kadar cevap anahtarı zaten kuşku yaratacaktır. Eskiden 10 çeşit soru kitapcığı ve 10 cevap anahtarı bulunurdu, kime hangi kitapcığın geleceği belli değildi. 

ÖSYM tarihinde bu kadar çok sayıda itiraza hiç rastlanmamıştır.(70000 kişi) İtiraz sonuçlarına göre sıralamanın değişmesi gerekirdi, bazen bir net yüz kişinin önünde yer açabilir. Başarı-başarısızlığa göre testleri ortalamaları değişecektir, bu da puanlara yansımalıydı. Sonuçların açıklandığı gün hala yeni sonuçlar açıklanıyordu.

İlk 1000 içinde yer alan kişilerin kağıtlarının incelenmesi yeterli  olabilir mi? Ortalarda yer alan adayların kağıtları da incelenebilirdi. Kitapcıkta işlem yapmadan matematik sorularını işaretleyen adaylar dikkat çekmeliydi. Matematik testini tam yapıp, diğer testlerde çok başarısız olan adaylar dikkat çekmeliydi. (şifre matematikte ağır basıyor.)

Yaşam boyu pek çok sınavla karşılaşıyoruz, karşılaşacağız. Sınavlarda başarı ya da başarısızlık doğal, ancak her şeye rağmen belirsizlik kötü. Yeterli oranda heyecan normal, ancak kaygı rahatsız edici. Güvensizlik başarıyı olumsuz etkileyen bir faktör. Gençlerle empati kurduğumuzda onları çok iyi anlayabiliyoruz. 
YGS sonuçları, eski bir eğitimci olarak beni tatmin etmedi. Dileriz; LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı) kimseyi üzmeden, sağlıklı bir şekilde uygulanır, gençlere kaybettikleri güveni yeniden kazandırabilir, gerçek başarıları değerlendiririz... 

  

11 May 2011

BİR BAHAR DALINA TUTUNMAK...

Yazmayalı ne çok zaman olmuş. Baharın ilk iki ayını geride bıraktık, Mayıs ayı tüm görkemiyle devam ediyor. Uzun zamandır erişemediğimiz bloglara ancak bugün ulaşabildim. Yaşamın her alanında engellemeler can sıkıcı oluyor. İsteğiniz ve iradeniz dışındaki engeller, "engelli" bir yarıştan farklı elbette. Nedeni çok belirgin olmayan ket vurmalar her yaşta insanı mutsuz edip, içsel tepkilere yol açıyor. Ancak şimdilerde bahar henüz bitmeden, baharın güzelliklerini yaşayıp, "bir bahar dalına tutunmak" gerek. 

Kışın ardından, doğanın yeniden dirilişine, uyanışına bir bahar dalında tanık oldunuz mu hiç? Soğuk, bulutlu kış günlerinin ardından birden açıverir çiçekler... Kupkuru bir dal üzerinde nasıl, ne zaman oluşmuştur onca çiçek... Şaşırır, sevinirsiniz, içiniz ısınır, umutlanır, duygulanırsınız. Yeniden dört elle sarılmak istersiniz bir şeylere. Toz-duman, kir-çamur arasında yıkanır, arınırsınız adeta. Her şey yeniden başlar... Her şeye rağmen direnmek geçer aklınızdan; uçsuz bucaksız bir denizde, önünüzü göremediğiniz bir siste veya karanlık bir tünelde, bir göçük altında, birden beliriveren ince bir ışık gibi, yeni bir umut, yeni bir yol, yeni bir gün doğar yaşamınızda...

Onca sorun içinde, kirlenmiş, yozlaşmış onca değer arasında "umudumuz" da giderse yitirecek ne kalır geriye? Yoğun yaşam koşulları, stres, öfke, heyecan, vücudumuzda adrenalini yükseltirken, kontrol mekanizmalarımız, sağduyumuz, hoşgörümüz, iyiyi-güzeli ayırt edebilme yetilerimiz de zayıflamıyor mu? Oysa en az beden sağlığımız kadar ruh sağlığımız, akıl sağlığımız, duygusal zekamız da önemli değil mi?

Ünlü şairimiz Orhan Veli, doğanın uyanışını ne güzel dile getirmiş şiirinde:
"Deli eder insanı bu dünya
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç..."
O yıllarda çevre kirliliği, değerlerin yozlaşması, sorunlar elbette günümüzden çok farklı idi. Dünyayı yaşanabilir kılmak kolay değil. Ama küçük çabalarla, tepeden tırnağa çiçek açmış, meyve vermeye hazır ağaçları çoğaltmak mümkün. Çok geç olmadan, bir bahar dalını yakalamak istiyor insanoğlu. Geç gelen baharlarda soğuk vurur tüm çiçeklere. Her şeye rağmen umutla tutunmak gerek bir bahar dalına...