Bu Blogda Ara

22 Ağu 2014

SOFRALAR DİLE GELSE...


Sofralar sahibinin göstergesidir. Her sofra onu hazırlayan insandan izler taşır. Küçük bir ayrıntı, bazen bir örtü, bazen bir çiçek, farklı renk seçimleri, konuğa göre hazırlanmış yiyecekler... Bir sofra bazen sizi yıllar öncesine alır götürür, geçmişin anılarından, mutfaklarından kokular ve tatlar taşır. 

Hazırlanmış her sofra konukseverliğin kanıtıdır. Özenle hazırlanmış bir sofra, damak zevkine bir yolculuktur. Her sofra, hazırlayanın kişilik özelliklerini de vurgular; Paylaşımcı bir kişilik, ince zevk sahibi bir insan,tasarruftan yana bir kişi... Hepsinden önemlisi sofra yaşamdan bir kesittir. Hayatın tadı, tuzu, biberidir. Alışkanlıktır, bekleyiştir, karar yeridir, sohbet zeminidir. Sofra hayatın yapı taşlarından biridir. Bayramlar özel günler sofraları da farklı kılar.


Özenilerek hazırlanmış bir doğum günü sofrası, sevginin, özlemin, duyguların yansımasıdır. Bir kır sofrası, portatif haliyle, üstünde kır çiçekleriyle, doğal ortamıyla çok farklı duygular yaşatır. Yere serilmiş renkli dokuma örtünün üstüne hazırlanmış köy sofrası bir başka tat sunar. Yeni pişmiş sıcacık bazlama yanında tulum peyniri. Bu belki de misafire sunduğu son peynirdir.Belki yanında domates, salatalık da bulunabilir. Gönül zenginliği de sınanır böylece.Ortamlar değiştiğinde tatlar değişebilir elbette. Ancak gerçek dostluk her yerde ayırt edilebilir.


Her sofra bir başka dünyadır ve başka dünyalara yeni yolculuklar başlatır. Hep çocukluktaki damak tadını arar, özleriz. Aradığımız çocukluktaki o güzel, kaygısız günlerdir belki de... Çocukluğumda zaman zaman kahvaltıda bol soğanlı, domatesli ekmek çorbası hazırlandığını hatırlarım. Kuru ekmekler israfı önlemek amacıyla çorba olarak değerlendirilirdi. O zamanlar tasarruf önemliydi. 
Bir zamanlar sofralar, evin çocukları için bir okul gibiydi. Ama o yıllarda pek çok şey derinlemesine algılanamıyor. Babaannelerinin, anneannelerinin, annelerinin sofralarında ne çok şey öğrenir çocuklar; İnsanlığı, çeşitli konularda sohbet etmeyi, dinlemeyi, sofra kurallarını, saygıyı, sevgiyi, güven duymayı... Ve en önemlisi bütün bunlardan yola çıkarak sözsüz iletişim kurmayı, kokulardan, renklerden, düzenlemelerden yola çıkarak bir dünya görüşü kazanmayı, değerlendirme yapmayı ...




Sofra hazırlamak, onu donatmak ayrı bir özen ister. Bazen bir saatte hazırlanan bir yemek 10 dakikada tüketilebilir. Sabahın ilk ışıklarıyla toplanmış kabak çiçeklerinden hazırlanmış bir kabak çiçeği dolması emektir,  göz zevkidir, lezzet birikimidir.
Çocukluğumdaki sofraları hatırlıyorum; Sofrayı renklendirmek amacıyla kırmızı bir domatese batırılmış beyaz ful çiçekleri nasıl da güzel dururdu. Mevsimlere göre değişen çiçekler;Görüntüleriyle papatyalar, yaseminler, sümbüller, güller... Kokularıyla portakal ve limon çiçekleri, fesleğen, nane...
Geçmişin izlerini yansıtan her sofra, bir başka yolculuk başlatır lezzetler diyarına.

Amaç sadece doymak değildir elbette. Yemeklerden önce sevgi, güler yüz, dostluk sunulan her sofra güzeldir. Sevdiklerimizin olduğu her sofra bize ziyafet sofrası gibi gelir. Tüm görkemiyle, güzelliğiyle yeniden yaşatılmalı yöresel tatlar, eski sofralar. Geçmişten kalan güzel anları unutmamak, anıları yaşatmak için sofra kültürünü, adabını aktarmak lazım yeni kuşaklara. Değerler kuşaktan kuşağa sürdürülmeli...

14 Ağu 2014

TOROSLARDA TEMMUZ AĞUSTOS GÜNLERİ...


Güneyde Temmuz- Ağustos Ayları yılın en sıcak günlerini içerir. Sadece hava değil, deniz suyu bile çok sıcaktır. Serinlik yaratan, harareti azaltan her yer, her şey cankurtaran yeleği gibidir. Yaylalar, su başları, ağaç altları, ormanlık alanlar serinlemek için kaçış yerleridir. Gölgede 32-35 dereceyi bulan sıcak, güneşte 40 derecenin üstüne çıkar. Hissedilen sıcaklık daha da yüksektir. Ancak güneyde şehir merkezinden 30-60 km. uzaklıktaki yaylalar yazın boğucu sıcaklarından kurtuluşu sağlar. Bir zamanlar ulaşılması çok daha güç iken yollar yenilendikçe virajlar azaldı, ulaşım kolaylaştı. Henüz yok olmayan ormanların arasından yol almak öyle iyi gelir ki insana.Yükseklere çıkıldıkça ağaçlar tür değiştirir. 1500m. den yukarıda sedir(katran) ağaçları başlar.


Beldeler artık Büyükşehire bağlı mahalleler haline dönüştü. Belediye Başkanı yok, muhtar var. Oysa eskiden burada 5 muhtar  vardı.Güvenliği sağlayan bir birim yok. Yazın nüfus 10.000'in üzerine çıkıyor. 3 fırın, 2 cami, 3 berber, 4 lokanta, 3 kasap, 1 butik otel tarzı pansiyon var. Yaylada hayat daha sakin, sade ve yavaş geçiyor. Her şey daha doğal ve katkısız. Her şey ana kaynağından elinize geçiyor. Meyveyi dalından, sebzeyi tarladan toplamak insana farklı bir mutluluk duygusu veriyor.


Şehirde yaz tüm ateşiyle hüküm sürerken yaylalarda henüz yeni açmış bahar çiçeklerini görmek nasıl da şaşırtır insanı. Artık açılmayan bir kapının yanında tüm güzelliğiyle açmış papatyalar, hemen yakınında hatmi çiçekleri, biraz ötede ısırganlar adeta gecikmiş bir baharın son müjdecileri gibidirler. 
Ülkemizin her yöresi bir başka güzel gerçekten. Dört mevsim aynı anda bir başka güzellikte yaşanabiliyor. 
Ama bazı güzellikleri yaşarken bazı olanaklardan da vazgeçmek gerekiyor. Burada düzenli gazete bulmak her zaman mümkün değil. Kesintisiz internet hizmeti de öyle.


Gece pırıl pırıl gökyüzünde yıldızları sayabilirsiniz. Neden şehirde bu kadar yıldız aynı anda görülmez? 
Bir Temmuz gecesi, sırtınızda yelek ya da ceket, ayaklarınızda çoraplarla hafif ürpererek gökyüzünde yıldız saydığınıza insanları zor inandırırsınız. Mehtap denizde ne kadar güzelse 1500 m. yükseklikte dağ başında bir beldede de o kadar muhteşemdir. Dünyaya ışık saçar. 


Son yıllarda ekonomik kaygılarla elma ağaçları yerine kiraz, ceviz, şeftali ağaçları dikildi. Ancak bu yıl dolunun izin verdiği kadar meyve üreticinin elinde kaldı. Doğa, doğal afetlerle verdiğini büyük ölçüde geri aldı. Kirazlar toplanırken seyretmeye doyamazsınız. Kirazdan küpeler genç kızlara nasıl da yakışıyor. Günlük yevmiye 40 lira. Bu yıl işleri biraz daha zordu. Dolu vurmuş kirazları iyilerinden ayırmak gerekiyor. Dış piyasa veya iç piyasa kirazları kalite olarak değişiyor. Bu yıl burada kiraz 2 ile 4 lira arasında toptan olarak satıldı. Aynı kirazları hatta belki daha kötüsünü şehir merkezinde pazarda 5-6 lira, manavlarda 12 liradan almak mümkün.Üretici daima zararda. Aradaki tüccar kısa sürede çok daha net kar sağlıyor.


Torosların yazı başka, baharı başka, sonbaharı, kışı bir başka güzel. Ancak geçmişe göre yaylalar bile sıcak olabiliyor artık. Doğanın dengesini bozduk. Sanki mevsimler değişti. Doğa kendisine hoyratça davranan, hor kullanan insanoğlundan intikam alıyor adeta. Sıcaklar çok sıcak, soğuklar çok soğuk... Her şey uçlarda yaşanıyor. Aşırı yağışlar, hortumlar, fırtınalar, seller... 21. yüzyılda doğaya yenik mi düşüyoruz yoksa?

6 Ağu 2014

KUŞLARIN DAYANIŞMASI


Yaylada 40 gündür internet hizmetinden yararlanamadık. Oysa sadece iki aylığına telefonumuzu naklettirmek istemiştik.Kuşların inanılmaz bir biçimde kilometrelerce öteden yuvalarını buldukları bir dünyada insanoğlu bilinmezleri oynuyor, teknolojiyle boğuşuyor. Belki zaman zaman uygarlığın getirilerinden  vazgeçip  sakin bir yaşamı seçmek lazım.

Geçen yaz yayladaki evin balkonunda, tavanda küçük bir kuş yuvası inşa edilmişti. Balkonun en  uç köşesinde, insanlarca rahatsız edilmek istemeden bir tatlı huzur arayışı.. Yuva öylesine özenle hazırlanmıştı ki kullanılan malzeme farklılığını hemen belli ediyordu. Nasıl oldu bilinmez, o yuvayı bir gün bozulmuş bulduk.Kim, nasıl, neden bozmuştu, anlaşılamadı. Kısa sürede büyük bir çabayla yenisi yapıldı. Yaz boyu kuş sesleri ve uçuşlar, yavrulara ikramlar hep devam etti. Sonra birden gittiler. Bizi bırakıp gidişlerine üzüldük doğrusu. Evin neşesi, uğuru gibiydiler sanki.

Bu yıl geldiğimizde eski yuvadan 3 m. uzağa eskisinden daha büyük ikinci bir yuva yapıldığını gördük. Bu kez serçeler ev sahibi idi. İki büyük serçe gün boyu yavrulara yem taşıdılar. Hepsi o küçücük yuvaya nasıl sığıyorlardı? Kuş sesleri bir koro gibi hep sürdü. Gün başlarken hareketlilik başlıyor, gün biterken telaşla sürüyor ve sonlanıyordu. Bir gün sanırım yuvanın asıl sahibi kırlangıçlar geldiler. Yuvanın etrafında 4-5 uçuş denemesinden sonra geri döndüler, uçup gittiler.Birbirlerine saldırmadılar, savaşmadılar. Birkaç uçuş denemesinden sonra vazgeçtiler. Güzel bir yardımlaşma örneği sergilediler. Belki o yuvayı önce onlar yapmış olsa bile ısrarcı davranmadılar. 

Onları tedirgin etmemek, kaçırmamak için biz de çok hassas davrandık. Onların gidiş geliş saatlerinde uzun süre balkonda oturmadık. Rüzgar gülünden ürkmesinler diye bir süre asmadım. Çamaşırları farklı yere serdim. Balkonu hiç kirletmediler. Ancak ilginçtir, sadece kırlangıçların geldiği gün balkon tam kirlendi. Serçeler mi, kırlangıçlar mı bu durumu yarattılar bilmiyorum. Korktular mı, öfkelendiler mi, bu bir "tepki" miydi onu da bilmiyorum.

Ama sonra her şey eskisi gibi devam etti. Onlar yuvalarından, biz onlardan memnunduk. Kimse birbirine zarar vermeden yaşamını sürdürdü. Aslında kuşlardan alacağımız ne çok ders var. 15 Günlük bir yokluktan sonra geri döndüğümüzde baktık, yuvanın yeni sahipleri gelmişler. Bir "kuş pansiyonu" veya motel gibi eski yuva kullanılmaya başlandı. Öyle bir ortam ki, kira derdi yok, hava kirliliği yok. Sadece yan taraftaki görkemli ceviz ağacı bu yıl dolu vurmuş yapraklarıyla biraz hüzünlü, her zamanki gibi ev sahipliği yapamıyor. Ama her şeye rağmen kuşlar mutlu. Yuvaya bıraktıkları yeni yumurtalarla dünyaya gelecek yeni yavruları sabırsızlıkla bekliyorlar...