Bu Blogda Ara

31 Ara 2015

UMUTLARIMIZI YENİDEN YEŞERTMEK...



Her yıl eski bir yılı uğurlayıp yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken hayallerimiz de yeniden kurgulanır. Hayal dünyasında biraz gezinmek, geleceğe dair düşler kurmak nasıl da güzeldir. Adeta kirlenmiş bir dünyayı yeniden yıkamak, kirlerden arınmak gibi...
Gökyüzünü huzurla maviye boyamak, çevreye yeni fidanlar dikmek gibi... Toprağa çim ve çiçekler ekmek, dünyaya farklı bir pencereden bakmak gibi...

İyilerle, iyiliklerle karşılaşmak için yeni hayaller kurmak... Kötülerin, kötülüklerin üstesinden gelmek için çabalamak... Gücünü aklından, duygularından alarak temiz bir dünya yaratmaya özen göstermek..
Bir masal gibi, bir rüya gibi hayallere dalmak... Aynen bir çocuk gibi...

Gökyüzünde yıldızlar heyecanla göz kırparken yeni bir yılı huzurla karşılamak... Yeni bir yolda, yeni bir kapıyı aralamak... Gerçekler ne kadar üzücü de olsa, her şey kötü de gitmiş olsa pes etmemek, bir 
süreliğine hayallerin rahatlatıcı gücüne sığınmak...
Kötü geçen bir yılın ardından yeni bir kapı aralayarak 2016'ya da bir fırsat vermek, yeniden umutlarımızı yeşertmek...
Herhalde "İçimizdeki çocuk" da böyle olsun isterdi...




28 Ara 2015

GÖZLE GÖRMEK-YÜREKLE DUYMAK... (NOSTALJİK PAZARTESİ)





"Gözler ruhun aynasıdır" demişiz. Yıllar boyu göze ne çok anlam yüklemiş, ne çok deyim, ne çok söz üretmişiz göz üstüne... Yalnız bizde değil, dünyanın her yerinde, gözler üstüne pek çok şey yazılmış, çizilmiş: "Güzel görmek isteyen bir kez, doğru görmek isteyen iki kez bakar" diyen Amiel'e katılmamak mümkün mü...? "Sanatçıya iki göz yetmez" derken Lamartine, sanatçı duyarlılığını, gerçek sanata bakışı ne güzel dile getirmiş.

Çocuk gözlerindeki saflık, doğallık, içtenlik nasıl da huzur verir insana... En az değişime uğrayan gözlerimiz olmasına rağmen, büyüdükçe neler görür de gözleri kocaman olur çocukların? "İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir, gerçeğin mayasını gözler göremez" derken kim bilir neler düşünmüş Exupery.

Gene de önce gözle başlamış pek çok sevda; yürekle sürmüş, göz yanılınca yürek de aldanmış kimi zaman, yürek soğuyunca göz de görmezden gelmiş... Yalnız gözle değil, yürekle de tanımak yanılmaları en aza indiriyor kuşkusuz, öyle olmasa hiç göremeyen görme engelliler nasıl da acı çekerlerdi kim bilir? Oysa pek çoğu , tam görebilen nice insandan daha duyarlı...
Gözleri görmeyen Aşık Veysel, onca güzel eseri nasıl da yürekten yorumlamış, çalmış, seslendirmiş...

Gözden göze bağlantılar bazen çok çabuk kurulurken,
neden yürekten yüreğe köprüler oldukça geç inşa edilir, ve bazen çok çabuk yıkılır...? "Kalp kör olduktan sonra gözün görmesinde yarar yoktur" diyen Hz. Ali ne doğru söylemiş. Görüntü ve gürültü karmaşasında gözler görmez, kulaklar duymaz olunca yürek çaresiz kalmaz mı...? Ta derinden, yürekten düşünmeye çalıştıkları için mi , naif-kırılgan insanlar çabuk tükenirler...?

Yürekten düşünmeyip, yalnız gözlerimizle yetinseydik, yaş aldıkça gözleri zayıflayan insanlar için haksızlık etmiş olmaz mıydık? Ortalama ömür yaşının üstünde öylesine genç beyin var ki... Çok yönlü bakmadan görmek, ya da gerçekleri görmezden gelmek; gözlerimize, yüreğimize, beynimize, kendimize, ihanet değil midir...?

Gözlerimiz de yanılabilir elbette: Farklı amaçlarla kullanılırsa "İnsanları yanıltma sanatı" da diyebileceğimiz illüzyon: gözün var olanı yanlış algılaması, halüsinasyon ise hiç olmayanı varmış gibi algılaması olarak tanımlanıyor. Ne yazık, algı bozuklukları insanın uyumunu da güçleştiriyor, yanlış kararlara neden olabiliyor...

Nedense tüketim toplumlarında "göz görgüsü" giderek azalırken, "beyin ve yürek açlığı" bir türlü doyurulamıyor. İnsanlar birbirini tanımaya, anlamaya çalışmadan, görüş alışverişi yapmadan, "göze girme" veya "gözden düşme" durumları yaşanabiliyor.
Çabuk öfkeleniyor, çabuk damgalıyoruz, "gözden ırak-gönülden uzak" diyerek kutuplaşmalar yaratıyoruz. Renk tablosunda kaç renk olduğunu unutup, "göz göre göre" birbirimizi aldatıyor, yanılgılara düşüyoruz... Neden ve nasıl bu hale geldik, hiç sorgulamıyoruz...

Oysa, bu topraklarda yetişen Mevlana yıllar öncesinden ne güzel seslenmiş: "Sevgide güneş gibi, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi, hataları örtmede gece gibi, tevazuda toprak gibi, öfkede ölü gibi ol."

Keşke toplum olarak, birey olarak hepimiz; olduğumuz gibi görünmeyi başarabilsek, göz-yürek-beyin işbirliğiyle kendimizi gözlesek önce, kendi dokunulmazlığımıza dokunarak, hatalarımızı göz ardı etmeden gerçekçi değerlendirmeler yapabilsek...
Böylece "her konuda" daha güvenilir, daha dürüst seçimler yaparak, daha sağlıklı kararlar almaz mıydık...?

07. Eylül.2010
Makbule ABALI



Not: Nostalji ne güzel bir deyiştir. İnsanı geçmişe götürür. Yeniden düşündürür. Carpe Diem bloğundan blogger arkadaşımız EQ bir girişimde bulundu: Eski yazılarımızdan seçerek "Nostaljik Pazartesi" etkinliğine katılabiliyoruz. Teşekkürler EQ .


10 Ara 2015

İNSAN HAKLARI HAFTASI...




            İNSANLAR

İnsanlar da ülkelere benziyor
Sınırları var, yüzölçümleri
Yasaları var
Bayrakları, ilkeleri
Kimi dağlık bir arazidir.
Kimi kıraç
Kimi bereketli
Kimi dardır
Kimi engin göz alabildiğince
Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girilebilir,
Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri
Sonuçta ne küçümse insanları kızım
Ne de önemse gereğinden çok
Ama anlamaya çalış
Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüzölçümleri.

                              Ataol Behramoğlu


7 Ara 2015

BİR KİTAP FUARININ ARDINDAN...



Bir zamanlar duyduğum her kitap fuarı beni heyecanlandırırdı. Çok uzaklardan sanki bir dost sesi merhaba der, ama göremezsiniz, cevap veremez, ulaşamazsınız. Özellikle İstanbul'da Tüyap Fuarı kitap çeşitliliği ve büyüklüğü ile gönlümde 1. sırada idi.
Sadece ekranlarda izleyip gazetelerde okumak da yetmez. Kitaplara dokunmak, elinize almak, karıştırmak, kitap kokusunu duymak iyi gelir insana.


Bu, Mersin'in ilk kitap fuarı.Özlemişiz. 28 Kasım- 6 Aralık tarihleri arasında düzenlendi. Önceki yıllarda fuarlar en yakın il Adana'da kurulurdu. Mersin- Adana arası hızlı trenle 45 dakika. Şimdi fuar Mersin'in içinde. Büyük mutluluk. Fuarda kitap sergilerinin yanında yazarların imza standları da var. Söyleşiler de belli saatlerde sürdürülüyor. 




Fuarda kitap sergilerinin yanında yazarların imza standları da var. Söyleşiler de belli saatlerde sürdürülüyor. Bazı derneklerin de standları var.
Alzheimer Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği bunlardan. Derneklerin yayınları, baskılı tişörtleri buralarda satılıyor. 

Alzheimer Derneği Mersin Şubesi olarak biz de bir standta fuar süresince görev aldık. Dernek yararına 
çok sayıda kitap satıldı. Bu durum Yaşlı Yaşam Merkezi'nin tamamlanması için çaba harcayan tüm gönüllü arkadaşlarımızı çok mutlu etti. 

İnsan böyle günlerde yıllar önceki arkadaşlarını, eski
okullardaki öğrencilerini görüyor. Sanki bir sürpriz hazırlanmış gibi güzel, özlem giderici kavuşmalar oldu. Kitaplarla donatılmış her yer güzel, göz alıcı. 
Çok sayıda yayın evinin kitapları vardı. Birkaç salondan oluşan koca alanda kitap kokusunu ayırt etmek öyle güzel bir duygu ki.


Bu fuardan benim unutamayacağım görüntüler, her 
yaştan çocukların katılımdaki coşkusu, heyecanı olacak. Fuarda her yaştan katılımcı vardı.Eşleriyle, anne- babalarıyla, çocuklarıyla, torunlarıyla gelen 
kitapseverler... Ben en çok çocukları ilgiyle gözledim.
O çocuklar ki sorular soruyorlar, standları büyük bir ciddiyetle dolaşıyorlardı.Gelecek adına çok umutlandım.


Bazı okullar yanlarında öğretmenleriyle, otobüslerle
çocukları fuara getirmişlerdi. Pusetle gelen ikizler,
tekerlekli sandalyeyle gelen engelliler, bastonlarıyla gelen yaşlılar... Çok çeşitli bir okuyucu kitlesi...
Bu kadar kitapseveri bir arada görmek büyük mutluluktu.Onların çoğalması daha aydınlık bir ülke 
özlemini de beraberinde getiriyor.Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Korosunun son gün mandolinlerle verdiği mini konser kuşaklar dayanışmasının en güzel örneklerindendi.


Kitap fuarı adeta mutluluk dağıtarak sona erdi. Yenisi 
sabırsızlıkla beklenecek. Ve bu işe en çok çocuklar sevinecek...


28 Kas 2015

CAN DÜNDAR'DAN ESKİ BİR YAZI-" BAVULLARI HEP TOPLU DURMALI İNSANIN..."



BAVULLARI HEP TOPLU DURMALI İNSANIN...

Bavulları hep toplu durmalı insanın,
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten 
vazgeçmeli...
İhanetlere, terk edilmelere, bir başına 
bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti.
Dayanışma, günümüzün borsasının değer kaybeden 
hisse senetlerinden biri artık. 
Bireyin keşif çağı geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız.
Zaman birlikten kuvvet doğurma zamanı değil;
Zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır...
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla baş başa yaşamayı göze
almalı insan...
Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı...
Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını
dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli...
Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan, yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı
evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ paylaşılsa yalnızlık olmaz"
Dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "Şu anda size cevap verebilecek 
kimse yok" denmeli. 
"Belki de hiç olmayacak..." cevapsızlığa, sessizliğe 
ısınmalı...
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı...
Susmanın utancı öldürür...
O yüzden en sessiz gecelerde "Doğruydu yaptım" la
teselli bulmalı insan.
Feryada komşuların yetişmemesine,
soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı...
Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkta ağlaşmaya,sabah aynayla gülüşmeye,
Kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır
olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur,
Ama hep kalıp savaşacak kadar gözü pek olabilmeli...
Sessizliği sese dönüştürebilmeli...
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...

                                           Can DÜNDAR




                                  

26 Kas 2015

İÇİMİZDE KALAN...



Trafik ışıkları arabalara yeşil, yayalara kırmızı yanıyordu. Karşıya geçmeyi bekleyen yayaların yanında o da beklemeye başladı. Işıkta beklememek için arabalar hızla geçiyorlardı.
Sarı ve hemen ardından kırmızı yandı. Birden trafik durdu. Yayalar da hızla geçmeye başladılar. 

45 yaşlarında iyi giyimli bir bey karşıya geçmek için tam yolun yarısına gelmişken birden durdu. Geri dönüp dönmemekte tereddüt etti. Hiç görmemiş gibi davranacaktı, olmadı. İstemeyerek de olsa karşıya geçti. 30 yıl önceki matematik öğretmeni ile onca yıl hiç karşılaşmamıştı. Ama şimdi birdenbire  karşısına çıkmıştı? Görmekten hiç hoşlanmadığı belliydi.

Karşılaşmamak için dönmek üzereyken ansızın göz göze geldiler. Konuşmaya mecburdu artık...
Karşısındaki insan onca yıl çok değişime uğramamış görünüyordu. Saçlarındaki aklar bile çok fazla çoğalmamıştı. Belki de boyalıydı saçları." Rahat insanlar, çevresini çok fazla umursamayan insanlar kolay kolay yaşlanmıyorlar" diye düşündü.

Geçmişe göre biraz kilo almıştı. Eskiden de hiç gülmezdi. Gene gülümsemeden yüzünde iğreti bir tebessümle " Nereden çıktın sen?" dedi. "Demek tanıdı" diye düşündü öğrencisi. Keskin gözleri, delici bakışları gücünü kaybetmemişti demek ki. Eskiden de sınıfta kürsüden en arkadaki yaramazlıkları nasıl da görüp tebeşir fırlatırdı. 

Birden elini kulağına attı genç adam. Kulağı cayır cayır yanıyordu. Karşısında bir ayna olsa kıpkırmızı olduğunu da görecekti. Yıllar öncesinden kalma bir rahatsızlığıydı bu. Ne zaman canı sıkılsa.veya küçük bir kabahati olsa, işleri ters gitse istemsiz bir biçimde kulakları yanardı. Matematik öğretmeninin haksız yere kulaklarını çekip cezalandırdığı günden kalan bir davranıştı bu. Şimdi onu görünce aynı ateş gene kulaklarını sarmıştı.Uzun tırnakları nasıl da acıtırdı.

Problemleri çözemedikleri zaman cetvelle parmak uçlarına vurulmasını da unutamamıştı. Şiddet içeren her davranış onda nefret ve korku uyandırırdı.Ya matematik korkusunu nasıl da güçlükle yenmişti.
Bir an hiç konuşmadan çekip gitmek geldi içinden. Sonra vazgeçti. Çok sevdiği öğretmenlerinin deyişi geldi aklına: "Korkularınızla yüzleşmelisiniz. Yoksa korkular sizi esir alır." 

Ve korkusuyla yüz yüze geldi... "Merhaba öğretmenim, nasılsınız? " dedi. "Sen de nereden çıktın?" dedi tekrar karşısındaki. Sesinde merak, sevgi yansıtan bir yumuşaklık yoktu. O anda geçmişte onun sınıfındaki öğrencilerde yaratılan korkuyu, güvensizliği, endişeyi anlatmak istedi eski öğretmenine. 

Çocukken bir haksızlıkla karşılaştığında haykırmak, bağırmak gelirdi içinden. Yumruklarını sıkar ve şiddete, haksızlığa, karşısındakinin katı tutumuna itiraz ederdi. Bu arada birden tokat gibi bir soru geldi.
"Bir iş sahibi olabildin mi bari?"
Henüz kulağının yanması geçmemişti. Ama birden cesaretlendi. "Artık eski çocuk değilim öğretmenim,iyi bir işim var." dedi. "Siz benim kolay kolay bir iş sahibi olamayacağımı söylemiştiniz ama oldum."

Derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı sanki.Öğretmeni sadece monoton bir ses tonuyla "iyi iyi" dedi. Ve sonra devam etti: "İşim vardı, ben ayrılayım."
Eski öğrencisi bu deyişten hiç de hayal kırıklığına uğramamış görünüyordu. Matematik öğretmeni eskiden de ilgisiz, duyarsız bir insandı. 

"Bu öğretmenim acaba başka kimlerde ne izler bırakmıştır" diye düşündü. Onun gittiği yolun ters istikametinde hızlı adımlarla yoluna devam etti. 
İçi serinlemişti sanki. Ve kulağı artık yanmıyordu...



19 Kas 2015

"DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA..."




Ünlü şairlerin çocuklarla ilgili ne güzel şiirleri var. En karamsar gününüzde okuduğunuzda içiniz açılıyor, dünya daha güzel, daha aydınlık görünüyor. Örneğin:

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında 
Dünyayı çocuklara verelim 
Kocaman bir elma gibi verelim
Sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden 
Ölümsüz ağaçlar dikecekler.

                                  Nazım Hikmet


SEVGİNİN ÖNÜNDE EĞİL KIZIM

Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan
Nefretin değil kızım
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım.

                              Ataol Behramoğlu


17 Kas 2015

ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA...




Havada ölüm kokusu,
Gözlerde ölüm korkusu
İnsanlar çığlık çığlığa;
Eller yüzler kan içinde,
Koşturmalar, haykırmalar,
Patlamalar, sesler...sesler...
İnsanlar üst üste yerlerde...
Dünya kocaman, dünya büyük
Ama terör her yerde.
Bugün çok yakında,
Bir başka gün kilometrelerce ötede.
Terör milliyet, ırk, din, devlet ayırt etmiyor,
Sınır, cinsiyet, yaş, kadın, erkek tanımıyor.
Yıllardır bitmemiş,
Oysa onca can gitmiş.
Yıllardır süregelmiş, canlar yanmış,
Geriye kalan korku, panik,
Fotoğraf karelerinde dehşet, acı, hüzün.
İnsan insana acımasızca kıyıyor,
İnsanlık utanç içinde,
İnsanlık kan ağlıyor...

                                 M.Abalı


12 Kas 2015

KIYIDA KALAN...



"Son vapuru da kaçırsaydım nasıl dönecektim eve " diye düşündü. Adımlarını hızlandırdı. Uzaktan vapurun gelişini görmüştü. Az sonra da düdük sesi geldi. Vapura binmeyi, denizde seyahat etmeyi oldum olası severdi. Çocukluğunda kağıttan gemiler yapar, su dolu bir tasın içinde yüzdürürdü. Suyla oynamak öyle rahatlatıcı gelirdi ki ona.Dökülen sular etrafı ıslatsa da "En büyük kaptan benim, en güzel gemi benim gemim" diyerek nasıl da sevinir, mutlu olurdu.

Kağıttan da olsa, ıslansa da o gemilerle mutlu olma çağı yılların ötesinde kalmıştı. Öyle küçük şeylerle mutlu olamıyordu artık. Mutluluk yılların ardında, büyük kuşların kanadındaydı sanki. Eline konmadan uçuveren kuşların kanadında. Hiçbir şey çocukluktaki gibi kolay yakalanamıyordu.Çok istenen bir şeye ulaşmak da o yıllardaki gibi kolay değildi. "Yetişkinlerin hayatın zorluğunu zamanla anlayacaksınız deyişleri o yüzden herhalde" diye düşündü.

Son vapur da kıyıya yanaşmak üzereydi. Bekleyen çok fazla kişi yoktu. Birkaç tekne sonradan yolcu çıkabilir düşüncesiyle kıyıda bekliyorlardı. Birden onu fark etti. 
12-13 yaşlarında olmalıydı.Simit tezgahını yanaşan vapur yolcularına simit satmak için hızla sürüyordu. Camekanlı el arabasında 8-10 simit kalmıştı. Akşamın son simitleri. Birden bir ses duyuldu. Araba kenardaki banka şiddetle çarpmıştı. Ön cam kırıldı, simitler yola saçıldı, arabanın ön tekeri yerinden çıktı. Simitçi çaresizlik içinde etrafına bakındı. Hemen bir seyirci grubu oluşmuştu.
Ne olup bittiğini seyretmeye meraklı ne çok insanımız vardır.

Simitçi pek çok şeyi düşündü aynı anda; Her şey aksi gitmişti bugün. Araba, dökülen simitler, kaybolan parası. Birden arkasında bir ses duydu: "Dökülen simitlerin hepsini ben alıyorum. Sokaktaki kedi köpeklerin hepsi aç. Nasıl da sevinirler bilsen." 
"Hala iyi insanlar var" diye düşündü simitçi. "Her şey kötü gitse de kurtarıcı iyiler var mutlaka."

O arada  vapurdan inişler başladı. Herkes bir koşturmaca içindeydi. Hayat hep biraz telaş, biraz heyecan değil midir? İnenlerden sonra binecekler kuyruğa girdi. Son vapura son binen elinde simit poşeti taşıyan genç bir adamdı. Az sonra vapurun kalkış düdüğü duyuldu. Kıyıda tekeri kırık boş arabasıyla bir simitçi kaldı. Onca sıkıntıya rağmen yalnız olmadığını düşündü. Ertesi gün kaç tane simit satabileceğini planladı. Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Elinde kırık teker, yokuş aşağı arabasını sürerek uzaklaştı...




9 Kas 2015

ANMA VE ÖZLEM...









Aradan 77 yıl geçti. Sanki dün gibi... Anlattıklarımız ve 
aktardıklarımızla en çok çocuklar özlüyor sizi;

 Derya gibi bilginizi, engin hoşgörünüzü, eğitim anlayışınızı, barışa tutkunuzu, kadınlara ve çocuklara anlayışla yaklaşımınızı, sevginizi, insanlığınızı...

Rahmetle ve saygıyla anıyor, arıyoruz...

5 Kas 2015

GÜLTEN AKIN'I YİTİRDİK...




Gülten Akın'ı yazar, şair, hukukçu ve insan hakları savunucusu olarak tanıyoruz. 1933 Yozgat doğumlu.
2015 yılının Kasım ayında kaybettik.
Bir şiirinden dizelerle başlayıp, "Ağıt" adlı şiiriyle anmak isterim.

"...
Bir hikaye bilir söylerim
dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru
bu hikayenin bir ucu sendedir
kurtarmak isterim, kurtarmak isterim
bütün uçurtmaların ipi elindedir
...."
                                Gülten AKIN

                               


          AĞIT
İlk bu sabah
İlk bu sabah göğü görmedim
İlk bu sabah kayısı çiçeklerini
Hüzün ilk kez konuk gibi gelmedi
Efendim, ev sahabım
Karacanı suya indiremedim
Şahanım uçurdum döndüremedim
Dağlar
Emikli kapılar kitlendi
Taş avlular sustu
İlk kez bekledim ölümü
Dostu bekler gibi bekledim
Dağlar
Benim acım acıların beyidir
Canıma bir doru kısrakla gelir
Öfkeyi sabırda eritir
Umut yer
Suyunu gözümden içer bir zaman
Dağlar of dağlar

                        Gülten AKIN


(Bu duyarlı insanımızı saygı ve rahmetle anıyoruz.)

27 Eki 2015

HAYAT ARKADAŞI...




Arkadaşlık ne güzeldir.Sevdiğiniz arkadaşları hatırlayınca içiniz ısınır, gülümsersiniz. "Arkadaş" kavramı ne çok şeyi içerir; sevgi, vefa, dostluk, anılar... Çeşitleri de ne çoktur; okul arkadaşlığı, sıra arkadaşlığı, iş arkadaşlığı, mahalle arkadaşlığı... 

Hepsi güzeldir, hepsinin yeri ayrıdır ama biri çok farklıdır; Hayat Arkadaşlığı. Çok dikkatli ve titiz bir seçim gerektirir.Bir ömür boyu birlikte yol alınacaktır. Yol arkadaşınızı iyi tanıdıysanız , güven duyuyorsanız elbette daha rahat yol alırsınız.

Televizyonlarda evlilik programlarında 10 dakika içinde ömür boyu  beraber olacağı hayat arkadaşını seçmek, karar vermek ne derece doğru sayılabilir. 
Bir bakışta aşk, bir görüşte karar vermek ne denli kolaydır, tartışılır. Bir dakika içinde "elektrik almak" ya da almamak mümkün olabilir mi?

Bir ömür boyu birlikte yürümeyi göze alanlar elbette karşılıklı fedakarlıklar yapmayı da göze alacaklardır. Kişisel zevkler her zaman uyuşmayabilir. Beklentiler değişebilir. Yıllar güçlü beraberlikleri daha da güçlü kılar veya yanlış ilişkileri sonlandırabilir. 
Benjamin Franklin: "Evlenmeden önce gözünüzü dört açın, evlendikten sonra yarısını kapayın" diyor.

Zamanla yaş almanın doğal sonucu olarak bedende yıpranmalar, yıkıntılar başladığında birbirini ilk zamanlardaki haliyle koruyup kollayan çiftler hayata da daha olumlu, daha güzel bakabiliyorlar. 
Eşlerden birinin ayağı tökezlese diğeri destek olup yardımcı olabiliyor. 

İnsan eski halinde kalmıyor tabii. Değişime uğruyor. Yüzdeki çizgiler yaşla birlikte olgunlaşmanın da belirtisi. Saçlardaki aklar kazanılan deneyimlerin belgesi. Onların çoğalmasıyla güven, vefa, sevgi de artıyor. Bir ömür uzun bir zaman dilimi, zor, dolambaçlı bir yol. Zamanla eşlerin davranışları birbirine benzeyebilir. Hatta bazen fiziksel benzerlik de gözlenebiliyor.

Hayat arkadaşınız, birlikte bir hayatı yüklenebilecek güçte olursa daha kolay yol alıyor,  başarıya daha rahat ulaşıyorsunuz. Hayat ancak iyi bir yol arkadaşıyla "yaşanabilir" oluyor. Dünyanın bu gürültüsü patırtısı içinde hiç olmazsa yuvasında "huzur" bulmak istiyor insanoğlu...

Ünlü yazar ne güzel diyor;

"Gerçekten birbirine bağlı bir çift için, gençliğin elden gidişi bir felaket değildir. Birlikte yaş almanın güzelliği, ihtiyarlamanın acısını unutturur."
                                       Andre Maurois





19 Eki 2015

ÇOCUKLARIN DÜNYASI...



Çocukların ne güzel, ne içten bir dünyaları vardır. Duyguları art niyetsiz, tertemizdir. El ele tutuşur, içlerine ancak sığabildikleri küçücük bir alanda bir oyun düzeni kurarlar; Hilesiz, yalansız, kavgasız, ön yargısız. Oyun oynarken düşse, canı yansa hemen birbirlerinin yardımına koşarlar. Ya da hep birlikte ağlarlar.
Yorulduklarında en rahat yatağa uzanır gibi çimlerin üstüne uzanıverirler. Acıksalar birinin elindeki simidi beş kişi paylaşır. Paylaşımı bilirler, açgözlü değildirler. Azla yetinir, mutlu olurlar.


BİR BAŞKA DÜNYA

Çocukların dünyası burası, bir başka dünya...
Bir çocuk günaydın dedi;
Dünya aydınlandı ansızın,
Güneş bir başka parladı
Kuşlar ağaçlardaki yuvalarından indi,
Gülümsedi insanlar...
Bir çocuk günaydın dedi;
Tüm safiyeti,masumiyetiyle
Bir başka çocuk ses verdi ona,
Bayram coşkusu sardı her yanı;
Çiçekler uçuştu rüzgarda,
Kelebekler havalandı birden.
Dünya huzur buldu,
Dünya rahatladı.
Kavgasız, dövüşsüz, ölümsüz 
Bir zaman dilimi yaşandı
Çocukların güzel dünyasında...

                     Makbule Abalı

11 Eki 2015

BARIŞ VE DEMOKRASİ PARAMPARÇA...



Barış ve Demokrasi Mitingi için oradaydı herkes;
Halaylar çekiliyor,
Türküler, şarkılar söyleniyor,
Giysiler rengarenk,
Çocuklar babalarının omuzlarında...
Çeşitli yörelerden yolcular da geldi tren sesiyle
Müzik sesi tren sesine karıştı.
Tüm sesler coşku ile birbirine karışmışken;
iki farklı ses... Kulakları sağır eden iki patlama sesi...
Dünyası karardı insanların,
Sesler karmakarışık,
Her şey paramparça,
Yerler kan gölü,
Bedenler parçalara bölünmüş,
Kol, ayak,el, parmak... hepsi bir yerde...
Beyinler dumura uğramış,
Duygular altüst, sinirler paramparça
Parça tesirli bomba parçaladı her şeyi ama her şeyi.
Göz dayanmaz, yürek dayanmaz, can dayanmaz...
10 Ekim Günü Ulus Garı'nda tren düdükleri sustu,
Sirenler çaldı acı acı...
Barış bu yangın yerinde savaşa dönüştü,
Demokrasinin kolu kanadı kırılmış, elleri ayakları kopmuş...
Yüzler öfke, korku, nefret içinde...
---------------------------
Oysa barışı, huzuru nasıl da özlemiştik...

                                             Makbule Abalı


8 Eki 2015

İLK GÖREVE GİDİŞ...



Saatin zil sesiyle yatağından fırladı; Salı günü yola çıkmaya söz vermiş, otobüs biletini de almıştı. Önceleri hiçbir işini Salı gününe bırakmazdı. Çocukluğunda Salı sallanır derlerdi. "Her gün aynı" diye düşündü. "Hem ben artık güçlendim. O eski korkak, ürkek küçük kız değilim, küçüklerin yetişkin öğretmeniyim. Belki öğretmenim, belki hocam diyecekler. Öğretmenim demelerini tercih ederim."

Önünde 10 saatlik bir otobüs yolculuğu vardı. Sıcağa gidiyordu. "Ama geceleri serin olur" demişlerdi. Giysilerini ona göre seçmişti.İlk görev yeri çok bilinmeyenli bir denklem gibiydi henüz.Kafasında cevabını bulamamış pek çok soru vardı. "Öğretmen her şeyi bilir" derlerdi hep. "Ama her şeyi değil, çok şeyi bilir" diye konuştu kendi kendine. Düşünecek ne çok şey vardı. "Ama düşünmek için çok zamanım da olacak, sıkılmayacağım" dedi.

KPSS Sınavı ve sonrası geldi aklına. Sonucu bekleme dönemi, atanma dönemi, hazırlanma dönemi... Heyecan, üzüntü, belirsizlikler, sıkıntılar... Atanması belli olunca nasıl da mutlu olmuştu. Ama şimdi neden bu düşünceli hal...? Kafasında bir sorular yumağı...

Gece yolculuğu yapmayı oldum olası severdi. Ama bu gece sanki farklıydı. Gecenin sessiz karanlığı bir bilinmezliği vurguluyor gibiydi. Tepede ay ışığı çam ağaçlarının arasından sanki göz kırpıyordu. Arada yıldızlar pırıltılarıyla sanki dekora eşlik ediyorlardı. 

Camlardaki buğulanmayı eliyle sildi. "İnsan işte" dedi."Dün bu saatlerde neredeydim, yarın nerede olacağım?" Kendini boşluğa, gökyüzüne atılmış gibi hissetti. Sanki dönüp dönüp yerini bulacaktı. Birden ayaklarının yerden kaydığını hissetti. Çok heyecanlı
idi. "Ah bu heyecanımı yenebilsem" dedi. 

Bu arada otobüs de mola yerine gelmişti. Otobüsün tam dolu olduğunu fark etti. "Peki bu insanlar kime, nereye gidiyorlar?" diye söylendi. Yanındaki şişman, yaşlı teyze horlayarak uyuyordu. "Ah keşke ben de o kadar rahat uyuyabilsem" diye geçirdi içinden. 
"Uykularımız huzurumuzun, rahatımızın güvencesi" dedi. "Uyku bölünüyorsa huzur da bölünüyor."

Mola yerindeki lokantada bir sıcak mercimek çorbası onu kendine getirdi. Küçük evlerinde soğuk kış günlerinde annesinin hazırladığı dumanı üstünde mercimek çorbası gibi... Midesi rahatlayınca baş ağrısı da geçti, vücudu gevşedi, bir süre sonrauykuya daldı. İniş yerinde muavinin sesini duydu;"Son durak,
inecekler hazırlansın..."

Her meslekte ilk gün, ilk izlenimler, ilk deneyimler önemlidir. Sayfalarca anlatılabilir. Hele öğretmenlikte
İnsan gözlemleri, ruhsal çözümlemeler yapılabilir. Hayal dünyası kurgulanabilir. Her şey yıllar sonra bile saatlerce anlatılabilir. O ilk sınıf veya sınıflar hiç unutulmaz. Her öğrenci yüzü belki bir roman yazar. 

"Çocuklar sevdiklerini hiç unutmazlar.
 Ya sevmediklerini... Hiç hatırlamak istemezler."
Bagajdan çantasını aldı.Artık bir yol ayrımındaydı.
Önünde bir kapı aralanıyordu. "Unutulmayanlardan olmaya çalışmalıyım" dedi. Günün ilk ışıkları doğayı aydınlatmaya başlamıştı...



3 Eki 2015

ÜNLÜ ŞAİRLERDEN SONBAHAR DEYİŞLERİ...



20 Eylül 1945

Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
Zaman gibi, madde gibi ebedi,
göz gibi çıplak
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar:ana,
onlar:kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar,sevinçli, 
umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar.

                    Nazım Hikmet Ran



              HAZAN

Güller ki, bütün mevsim usanmış kanamaktan,
Güller ki, bakıp yollara, bekledi hazanı;
Güller gibi aylarca hayal ettim, uzaktan,
Yaprakların altın gibi savrulduğu anı.

Bir mevsim o yollardan, o yaz bahçelerinden,
Günler vererek el ele, hülya gibi geçti.
Yapraklar uçarken kuru dallar üzerinden,
Ömrün daha bir mevsimi rüya gibi geçti.

                             Munis Faik Ozansoy


29 Eyl 2015

YAŞAMA CESARETLE TUTUNANLAR...



Hayat çoğu kez bir mücadele değil midir?Bazen doğayla mücadele ederiz, bazen zor koşullarla, bazen düşünsel anlamda değerlerle, bazen de zor insanlarla... Her mücadele bir çabayı gerekli kılıyor. Bazen bireysel bir çaba,bazen ortak bir güç birliği.Özellikle kız çocukları iyi bir diploma sahibi olmak zorundalar. Kadınlar ekonomik açıdan güçlü olurlarsa toplumda kendilerini daha güvende hissediyorlar, geleceklerinden daha emin oluyorlar.
Bu çaba ya da mücadele onları daha zinde kılıyor, çoğu kez çevresine güzel örnekler de sergiliyorlar.



Yakın zamanda tanıdığım yaşama tırnaklarıyla tutunan genç kızlardan, üretici kadınların bazılarından söz edeceğim. Daha kim bilir tanımadığımız kaç tane benzerleri vardır.Beyinleriyle, güçleriyle, yetenekleriyle kendilerine ve çevrelerine katkıda bulunma çabasıdır bu... 



Toroslar'ın dağlık bir beldesinde,  yüksek dağların tepesinde ailesiyle birlikte büyük ve küçük baş hayvan besleyen bir genç kız.Aynı zamanda okullu, lise son sınıf. Aile arasında iş bölümü yapılmış. Hayvanlar otlatılıyor, bakımları yapılıyor, sütleri sağılıyor.Günlük yumurta elde ettikleri tavukları da var. Günlük yumurta siparişi verildiğinde 15-20 yumurtayı at sırtında yaklaşık 40 dakika uzaklıkta yoldan getiriyor.Önce at sırtındaki ustalığı dikkatimi çekti. Günlerce ders alanların binemediği ata basamak kullanmadan bir sıçrayışta biniyordu. Atla uyumu mükemmeldi. Bazen rahvan, bazen dörtnala gidiyordu. 
Okullar açıldığında okuluna devam edecek. Okul öncesi öğretmeni olmak istiyor. Güler yüzüyle, sakin tavrıyla , hayata sımsıkı tutunmasıyla eminim çok iyi bir öğretmen olacaktır.


İkinci örnek, aynı beldeden bir üniversite öğrencisi. Liseyi aynı beldede hiç dershaneye gitmeden okul birincisi olarak bitirmiş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanmış. Bu yıl 4. sınıfta.Tüm yaz tatillerini burada, bol bol kitap okuyarak geçiriyor. Baba gündelikle bahçe işlerinde çalışıyor. Anne ev işlerine ve bahçedeki ürünlerin bakımına katkıda bulunuyor. Hayata öylesine sıkı tutunmuşlar ki "güzel bir gelecek" hayalleri de hiç bitmiyor.


Hayata sımsıkı tutunanlardan bir diğer örnek aynı beldeden bir anne-kız. Besledikleri hayvanlardan elde ettikleri sütü tereyağı, peynir ve yoğurta dönüştürüp satıyorlar. Sabah 6.30- 7.00 civarında inekleri sağıyorlar. O saatlerde taze sıcak süt almak mümkün. İnsanlar gibi hayvanlar da strese girince süt vermiyorlar. Sakin, yumuşak bir sesle yaklaşınca hatta bazen şarkılar söyleyince daha verimli oluyorlar. Süt, yoğurt, tereyağı üretimi sonrasında "çulfalık" dokunuyor. Çulfalık; kilim, yolluk olarak da adlandırılıyor. 
Kendilerinin yaptıkları bir dokuma tezgahı kurulmuş, çeşitli renklerde iplerle dokuma yapılıyor. Boyalar kendilerinin hazırladıkları doğal kök boya.Ürettikleri dokumalar, anlayanın elinde yeni güzellikler oluşturuyor. Bazen bir giysi, bazen bir yolluk, bazen de renkli bir sofra örtüsü olabiliyor.


Yaşama cesaretle tutunmak; güçlü, cesur insanların işi.Sonuçta karşılığını alıyorlar elbette. Belki her zaman para olarak değil ama, kendine güvenme, iyi örnek olma, kendini kanıtlama, deneyim kazanma... Kazandıkları öyle çok şey var ki. 
Onlar hakkında içtenlikle şöyle düşünüyorum;Çoğunun yaşları benden küçük de olsa hepsine saygı duyuyorum ve çok takdir ediyorum.