Bu Blogda Ara

30 Haz 2015

SAVAŞ VE ÇOCUKLAR...



Dünyanın her yerinde çocuklar...
Yanı başlarında savaş, ateş ve bombalar
Çocuklar habersiz ama yangının ta içinde,
Çocuklar korkulu, gözler kocaman.
Oyun yok, oyuncak yok,
Kuşlar, kelebekler, arkadaşları yok.
Çocuklar yarı aç, yarı tok, bazen susuz.
Gökyüzünde uçaklar, aşağıda bombalar
Ve çocuklar...
Dün'den habersiz, yarınları belirsiz,
Ancak an'ı yaşayan kadersiz çocuklar.
Gözler kocaman, eller ayaklar küçücük
Savaşın ta içinde ufacık çocuklar...

                              Makbule Abalı



28 Haz 2015

DOSTLAR IRMAK GİBİDİR

(Bazı şiirler vardır; her okuyuşta yeni bir anlam kazanır, her okuyuşta yeni duygularla sarıp sarmalar sizi... Can Yücel'in "Dostlar Irmak Gibidir" adlı şiiri benim için öyle bir şiir. Paylaşmak istedim. M. Abalı )


Dostlar ırmak gibidir
kiminin suyu az, kiminin çok
kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya.

İnsanlar vardır;üstü nilüferlerle kaplı,
bulanık bir göl gibi...
ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
uzaktan görünüşü çekici aldatıcı
içine daldığınızda ne kadar yanıltıcı...
ne zaman ne geleceğini bilmezsiniz;
sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır;derin bir okyanus...
ilk anda ürkütür, korkutur sizi.
derinliklerinde saklıdır gizi,
daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
yaklaşmaya gelmez alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır;sakin akan bir dere...
insanı rahatlatır, huzur verir gönüllere,
yanında olmak başlı başına bir mutluluk,
sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır;çeşit çeşit tip tip,
her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı,
her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...

İnsanlar vardır; berrak pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız sizi sarar bir anda,
içi dışı birdir çekinme ondan,
her sözü içtendir, her davranışı candan.

                                Can YÜCEL







23 Haz 2015

İYİ HAL... İYİLİK HALİ...



Bazı durumlar vardır;Duyarsınız, gazetelerde okursunuz, ekranlarda izlersiniz... Aynı anda pek çok duyguyu birden yaşarsınız. Şaşkınlık, endişe, hayret, panik... Hepsi karmakarışıktır.
Vicdan muhasebesi yapmaya çalışırsınız, içiniz rahat etmez. Adaletin terazisi gelir gözünüzün önüne. Dengesi bozulmuş gibidir, eşitlik yoktur kefelerde.

Kafanızda sorular bir karmaşa yaratır. Doğrularla yanlışlar mücadele eder. İyi nedir... kötü nedir... İyilik nedir... kötülük nedir diye kafa yorarsınız. "İyilik hali" bir değerler silsilesi midir yoksa sadece giysilerin düzgün olması, hazır ol duruşunda durma, sus deyince susmak, anlat deyince anlatmak mıdır? Bir insanın içindeki kötülük "iyi hal" göstermeye engel değil midir? "Mış gibi yapmak" çevresindekileri aldatmak için yeterli midir?

18 yaşından küçük 4 kız öğrenciye cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla yargılanan bir okul müdür yardımcısı "iyi hali nedeniyle" bir Anadolu Lisesine müdür olarak atandı. Taciz suçundan aldığı 3 yıl 4 ay hapis cezası, yeniden suç işlemeyeceği kanaati oluştuğu gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı kaydedildi. Yakalanmadan önce kaçtığı, mahkeme salonunda tüm kadınlara hakaret ettiği söyleniyor. 

Hastane psikologları çocukların olaydan olumsuz etkilendiklerini, mağdur olduklarını ifade ederken adli tıp psikolojik açıdan olumsuz bir etkilenme olmamıştır ifadesine yer veriyor. O çocukların ruh sağlığının bozulmadığını kim garanti edebilir? Zedelenmiş adalet duygusunu kim onarabilir?

İlkokul öğrencilerinin karnelerinde, ruhsal dosyalarında "hal ve gidiş" bölümü vardır. Çocukların davranış ve genel durumları belirtilir, not olarak ifade edilir. Bu not bir dönem ya da bir yıl göz önüne alınarak verilir.Olumlu veya olumsuz davranışların gerçekçi ve objektif olarak kaydedilmesi istenir. 

Toplumda acaba "iyilik" halinden geçerli not alıp dışarıda olan kaç "suçlu" vardır? Kime güvenip, kime inanacak, çocuklarımızı kimlere emanet edeceğiz...?



20 Haz 2015

BABAMA MEKTUP...



Ne kadar uzun zaman oldu yazışmayalı... Oysa ben oldukça sık yazardım eskiden. Sen de düzenli olarak her hafta yazardın. Haber merkezi gibiydin. Nasıl mutlu olurdum. Cep telefonlarının henüz olmadığı yıllardı. Biz gurbetteki öğrenciler bin bir zorlukla postaneden telefonla konuşmaya çalışırdık. Ailesinden  uzakta bir öğrenci için mektup cankurtaran sayılırdı. Adeta evin kokusu sinmiştir o mektuplara. Hele bir de içi güzel haberlerle doluysa mutluluk ikiye katlanırdı.

Annem işlerinden ötürü çok sık yazamazdı ama yazınca uzun yazardı. İşlek bir el yazısıyla yazılan, buram buram sevgi kokan, hasret yüklü mektuplar... Nasıl sevinirdim. Okurken bazen yanaklarımdan yaşlar süzülürdü. Senin mektupların hep daktilo ile yazılmış olurdu. Kısa ama her şeye yer veren açıklayıcı mektuplar. 
Annem "Canım Yavrum" hitabıyla başlamışsa sen her zaman "Makbule Kızım" diyerek başlardın. Ciddi bir hitap ama bilirdim ki içeriği duygu yüklüydü. Bütün çocuklarına için titrerdi, hepimizi çok severdin. 

O emektar daktilo tık tık sesleriyle sadece mektuplara değil, eve getirilen ne çok dosyaya yardımcı olmuştur.Ona  kızım sahip çıktı. Hatta anıları yaşatmak adına kullandı da. Öylesine iyi bakmışsın ki hala tıkır tıkır işliyor. Çok küçük yaşta anneni kaybetmiş olmanın etkisi mi bilmiyorum, yumuşak, sakin bir mizacın vardı. Çevrendeki insanlara karşı hep nazik ve ölçülüydün. 
Ben senin küfür ettiğini hiç duymadım. Çok kızdıklarına bile kin beslemedin, nefret etmedin.

Babalarla kız çocukları arasında sıkı bir sevgi bağı olduğu söylenir. Kız çocukları için baba bir güven ve güç kaynağı sayılır. Pek çok kız çocuğu babasını sever, ona düşkündür ama ben sana hayrandım baba. Sen kardeşler arasında sevgi paylaşımında hiçbirimizi ayırt etmezdin. Evde olman hepimiz için bir güvence idi. Kendimizi daha rahat hissederdik.  Özellikle kız çocukların babalarına güvenmeleri daha sonraki yıllarda evlilik ilişkilerini de sağlam temellere oturtuyor. 

 Henüz o yıllarda televizyon yoktu. Daha sonra tek kanallı televizyon en büyük lüksümüz olacaktı. Adana'da iki sinema vardı. Sen bizi her Cumartesi ailece önce Asmaaltı Kebapçısına ve sonra Alsaray Sinemasına götürürdün. Seçiciydin, sorardın, filmler izlememize uygun değilse o hafta gitmezdik. Kolay kolay sinirlenmezdin. Belki bizler de sinirlenebileceğin şeyler yapmadık. 
İmkanlar ölçüsünde yenilikleri hep izlemeye çalışırdın. Hayatı kolaylaştıran, güzelleştiren araç gereçler evimize hep alındı ve kullanıldı. 

Babalar mutfağa girerse çocuklar nasıl da mutlu oluyor. Senin mutfağa girdiğin zamanlar iştahımızın tavan yaptığı zamanlardı.Artık ben de ev sucuğu yapıyorum. Ama o lezzette olmuyor. 2 kere çekilmiş dana kıyma içine tuz, karabiber,kimyon, dövülmüş sarımsak katarak iyice yoğururdun. Çok az yağla tavada pişirirdin.  Bizler mutlaka ikinci partiyi isterdik. Onun için mi daha az yapardın bilmiyorum. Artık hiçbir sucukta o lezzeti bulamıyorum. Zaten artık sucuk da yiyemez olduk. 

Her konuda tasarruf çok önem verdiğin bir şeydi. Sofrada kalan yemekler ve ekmekler hiçbir zaman çöpe dökülmezdi. O yıllarda biz bütün çocuklar yerde gördüğümüz ekmeği hemen öpüp kaldırırdık. Ekmek kutsaldı. Ve hepimiz bayat ekmeklerden yapılan ekmek çorbasını(Papara) bayıla bayıla içerdik. Bol soğan, salça, varsa domates ve kızarmış ekmekler katılarak yapılan basit bir çorba sen yapınca bize nasıl da güzel gelirdi.

Bak gene eskisi gibi uzun bir mektup yazdım. Ama inan mektup bitince düşünmeden edemedim; Keşke kısa bile olsa  gene mektuplarını okuma şansım olsaydı. Gene sağlık haberlerinizi alsaydım. Geçmiş zaman kullanıyorum şimdilerde. "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" diyoruz artık. İyi ki yaşandı o güzel yıllar... İyi ki annemiz babamızdınız...Sizden çok şey öğrendik.
Aslında günler önemli değil. Ama bugün özellikle anmak istedim.
Bilsen nasıl arıyor, özlüyorum. Saygıyla, özlemle, rahmetle anıyorum.







15 Haz 2015

YAZ TATLISI


Atalarımız "Tatlı ye tatlı konuş" dese de şekeri azalttık sofralarımızdan. Acaba o yüzden mi birbirimizi daha çok kırıp incitir olduk? Un, şeker ve yağı az tüketmeyi öneriyor uzmanlar.
Bir zamanlar bal, pekmez doğal tatlı olarak yenirdi. Tahin-pekmez ya da tahin helvası nasıl da sevilirdi. Ülkemizin birçok yerinde şeker fabrikası vardı. Onlar satılınca dışarıdan şeker ithal eden ülke durumuna düştük. Bu kez aldığımız şekerlerden de kuşkuya düştük. Asıl tercih edilen, güvenilir olan  pancar şekeri.Mısır şekerinde GDO şüphesi var. 

Sağlıklı yaşam için şekeri en az miktarda tüketmemiz öneriliyor ama bazen de nasıl şekerli şeyler ister canımız. Hiç şekerli ürün tüketmeyen kişiler bile özler bazen hafif bir tatlıyı. O zaman en az  miktarda şeker tüketerek vücudun şeker açlığı kapatılabilir. Yaş aldıkça Tip2 Diyabet korkusu ve gerçeği de çıkıyor ortaya. 3 Beyazdan biri olan şekeri en aza indirmek düşüncesiyle hafif, kolay, pratik bir yaz tatlısı yapardım bir zamanlar. Belki şimdi de yaz başında bir küçük kaçamak yapılabilir. Güzel, sakin, uzlaştırıcı konuşmalara toplum olarak öylesine ihtiyacımız var ki...

YAZ TATLISI
Malzemeler:
1 kilo süt, 1/2 bardak toz şeker (istenirse sadece 1- 2 kaşık da konabilir.) 2 kaşık un, 2 kaşık nişasta, 1 paket vanilya, 2 yumurta, yarım kilo kadar çilek, kayısı, şeftali, muz, kiraz gibi istediğiniz meyveler, isteğe bağlı az tereyağ(1 kaşık gibi)
Meyve olarak: 1 avuç kiraz, biraz çilek, 1 şeftali 1 muz kullandım. Bol bol yetti. 9 porsiyon çıktı. Şekeri sadece 1 kaşık kullandım.
YAPILIŞI:
Un, nişasta, şeker, yumurta ve vanilyayı cam bir kapta tahta kaşıkla karıştırın. Sıcak sütün üzerine yavaş yavaş dökün. Ateşe koyup sürekli karıştırarak pişirin. Kaynamaya başlayınca indirin. Kabukları soyulmuş, çekirdekleri çıkarılmış meyveleri küçük kase veya kadehlere yerleştirin. İstenirse bisküvi kırıntıları da eklenebilir. Şeffaf kaselerde görüntü daha güzel oluyor. Krema sıcakken tereyağını  karıştırıp kaselere meyvelerin üstüne boşaltılır.

Afiyet olsun.Hepimiz için günler ağız tadıyla geçsin... 



11 Haz 2015

KELEBEK İZİ...



Her şeye yeniden başlamayı düşündüğünüz bir anda... Mutluluk Yanı başınızda, elinizde, avucunuzun içindeyken kelebek gibi uçuverir birden. Kelebeğe dokunmak istemezsiniz incinir diye, kısacık ömrünü tamamlasın, biraz daha uçabilsin  derken... Kırılan, incinen, kanatları kopan, koparılan belki de siz olursunuz birdenbire. İncecik pullar elinizde kalmıştır. 

Tavus kuşunu hatırlarsınız; parlak tüylerini, kabarmasını, kibirlenmesini. Birden kelebek gelir aklınıza... Oysa kelebek gitmiştir artık. Kalan cansız bir bedende incinmiş kanatlar, dökülmüş pullardan arta kalan izlerdir. Tavus kuşu gezinir bütün ihtişamıyla... Salınır... Poz verir... Görkemine, görüntüsüne şaşar herkes. Deve kuşu gibi kuma gömülür başlar. Renkli, pırıltılı görüntüden başka şey görülmez olur...

Ansızın kararan gökyüzünde atmacalar uçuşur. alıcı kuşlar gibi...
Oysa çölde canlı- cansız insan, hayvan yoktur. Kelebeğin izleri de kaybolmuştur kumlar arasında... Kasırga kopar birden... Havada uçar her şey. Tüm izler silinir gider... Geride belleklerde birikenler, yaşananlar, yaşatılanlar kalır. Ya da ödüller... cezalar... suçlar... suçlular...insanlar... insancıklar...Nefret, öfke, kin...

Uzak bir yerlerde güvercinler havalanır gökyüzüne... Geride yaşanmış ya da yaşanacak izler kalır. Koca bir ömür kalır. Gün ışığı aydınlatırken her şeyi, gece başlar zamanı gelince. Ay henüz ışımamışsa, yıldızlar da yoksa yürekteki ışık kalır. Gözlerin feri kaçmışsa bile bir küçük tünelden sızan cılız bir gün ışığı kalır...Bir umut ışığı gibi, bir kanat çırpma gibi... Yetmez mi...? 


8 Haz 2015

İNSANİ HAYALLER...



Sesler giderek azaldı... ve bitti. Sessizliğin sesinde huzur buldu insanoğlu. Ta tepelerden gelen uğultu da kesildi. Yeni bir yolculuk başladı düşlerde; Yeşile, huzura, dağlara, ovalara, sonsuzluğa... Zaman aktı geçti. Yalnızca saniyeler bir ömür gibi... Önce tükettik belki her şeyi. Önce vardı...sonra yok oldu çok şey. Elimizden kaydı gitti değerler. Her türlü kötü söz söylendi. Göz göze gelemedi kimse. Yüz yüze bakamadı kimse. Doğru yanlış birbirine karıştı. Hatalar ardı ardına geldi...

Sonra yağmur yıkadı her şeyi. Arındı dünya kirlerinden. Temizlendi insanlar tüm kötülüklerinden. Suçlar itiraf edildi suçlular tarafından... Önce göz göze değil, ama el ele geldi insanoğlu. Parmaklar dokundu birbirine. Su yardım etti değişime... Aktı bütün pislikler. Güneş doğdu ardından; Aydınlattı, ışıttı her yeri. İnsan utandı insana, doğaya yaptıklarından. Güneş gülümsedi sanki. Kuş sesleri sardı her yanı. Kibir, şiddet, öfke geride kaldı. Sağduyu, içtenlik, doğallık, hoşgörü, anlayış öne geçti.
 Hayat tekrar normale döndü...


4 Haz 2015

BEN KÜÇÜKKEN...




Küçükken arkadaşlarımın anı defterlerine çok yazdım. Sonraki yıllarda öğrencilerimin anket defterlerine, anı defterlerine isteklerini kırmayıp hep yazdım. İçimden gelerek uzun uzun yazdım. Yazdıklarımın kalıcı olmasına özen gösterirdim. Örneğin çocukluk yıllarımda bile "sepet sepet yumurta- sakın beni unutma" deyişini hiç kullanmadım. Yıllar sonra bir öğrencim sakladığı anı defterinde yazdığım yazıyı gösterip : "Öğretmenim her zora düştüğümde yazınızı okudum. Öyle çok sıkıntımı paylaştım ki sizinle." dediğinde nasıl da mutlu olmuştum. Oysa ben ne yazdığımı unutmuşum, okuyunca hatırladım. Bir başka öğrencim yazdığım sayfanın çocuğunun başucunda olduğunu söylediğinde nasıl duygulanmıştım.

Blog hayatımda ilk defa bir mim yazacağım. Yapabilecek miyim bilemiyorum. İçimden geldiği gibi yazacağım. Tüm yazılarımda olduğu gibi.Bu mim; Kore günlüklerim adlı blog arkadaşımızın sorusu ve barış elçisi Deeptone arkadaşımızın yönlendirmesiyle elimize ulaştı.Ben soruyu çok sevdim.  Şu bir gerçek ki hepimizin şimdiki hayatında çocukluğumuzdan izler var. Bazı davranışlarımız törpülenmiştir elbette, ya da bazı davranışlarımız çevreden kabul gördüğü için  pekişmiştir. 

Çocukluk en saf, masum halimiz. Ve en özgür, en rahat günlerimiz. Belki "büyük çocuk" olduğum için sakin, uslu ve mutlu bir çocuktum ben. Sorumluluk duygum güçlüydü. "Abla" olmak çok da kolay değildir çocuklukta. Abla hep örnek olmak zorundadır. Koruyucu, kollayıcı ve yardımcı olması beklenir. Annem babam her ikisi de sevgi dolu insanlardı Bizler o sevgi dolu ortamda büyüdük. Çok zengin değildik ama varlık içinde büyüdük. Elimizdeki parayı da, eşyaları da, insanları da çarçur etmemeyi belledik. Özür dilemeyi de bağışlamayı da benimsedik...

İnsanın çocukluk anılarında güçlü olan, baskın olan anılar daha net hatırlanıyor. Bazısı mutluluk veren, bazısı mutsuzluk yaşatan anılar. İz bırakan anılar unutulmuyor.  

İlkokulun sonuna doğru çarşı içindeki evimizden merkezden uzak bahçeli, tek katlı  yeni evimize geçtik. Yeni bir çevre, yeni arkadaşlar ama bahçesinde portakal, limon, nar, muz, zeytin ağaçları bulunan ve çiçekler, sebzeler  yetiştirilen bir ev. Bir dönem tavuk kümesimiz bile oldu. Bahçemizdeki kocaman iki salıncak mahalledeki çocukların da oyun alanı idi. Belki o yıllardan kalma alışkanlıkla "paylaşmak" hep önemli oldu benim için. 

Çok mutlu olduğum günlerden biri babamın bizi Doğan Kardeş Dergisine abone yaptığı gündür. Birkaç kitapla birlikte harika bir doğum günü hediyesiydi. Sonraki yıllarda mizah dergilerini, karikatürleri de çok sevdim. Akbaba unutamadığım bir dergidir. Gazetede Hoş Memo, Gülpembe ne güzel karakterlerdi. Hele Red Kit ve Düldülü. 
Oyunlarımız; içeride evcilik, kitap okumak, isim- şehir- nehir, terzilik, berberlik gibi oyunlar Dışarıda ise sek sek, 5 taş, istop oyunları oynanırdı. 

Çocukluğumda saçlarım sapsarı ve uzun idi. Zamanla, kesilmelerden sonra giderek koyulaştı ve koyu kumrala döndü. İki örgü halindeki saçlarımın ilk kesilişi yaklaşık 6-7 yaşlarıma rastlar. İstanbul'dan akrabalarımız gelmişti. Saçlarımı yıkamanın çok zor olduğu konusunda annemi ikna ettiler. Bir gün sonra da beni ikna ederek(!)  saçlarımı iki örgü halinde kestiler. O saçları hala saklarım. Bugün bile berber koltuğuna oturmayı sevmem.

Küçüklüğümden bir başka olumsuz anım var. O yıllarda yazın Adana'nın Bürücek Yaylası'na çıkardık. İstanbul'dan gelen kuzenimin ısrarıyla ellerimizde mini sepetlerle yan komşunun bağına üzüm toplamaya gittik. Macera gibiydi, oyun tadındaydı, içinde heyecan vardı. Döndüğümüzde büyük bir sevinçle evdekilere; "Size üzüm topladık" dedik. Annemin yüz ifadesi bugün gibi aklımda. "Nereden... ne zaman... izinsiz mi...?"  Sorular ardı ardına geldi. O gün hayatımın en büyük utancını yaşadım. Biz elimizde birer salkımlık üzüm sepetlerimizle annemle beraber komşudan özür dileyip kopardığımız üzümleri  iade etmeye gittik. Bir ara ceza olarak hafif kulağımız da çekildi galiba. Onu hatırlamak bile istemiyorum. Komşunun bütün ısrarlarına rağmen üzümleri geri almadık. "İzinsiz kimsenin malı alınmaz." sözü kafamıza nakşoldu. "Üzümü ye bağını sorma" deyişi bizde hiç geçerli olmadı.

Gösterişi, farklı olmayı, dikkat çekmeyi hiç sevmedim. Dikiş öğretmeni ve terzi olan annemin diktiği güzelim giysileri arkadaşlarımdan farklı olmayayım diye ya giymezdim ya da çok utanarak giyerdim. Oysa küçük kardeşim için o cicili bicili elbiseleri giymek büyük mutluluktu. 

Küçük olmak güzel gerçekten. Anılar denizine dalınca geriye dönüş de zaman alıyor. İlk kez mim yazınca da yazdıklarının uzunluğuna karar veremiyor insan.

"Ben küçükken..." sakin, sessiz, utangaç, okur-yazar bir çocuktum.
Büyüdüm... sanırım çok da değişmedim...



3 Haz 2015

ZİYA PAŞA'DAN DEYİŞLER...



Bazen geçmiş yıllarda okuduğum eski kitapları karıştırırım. Sevdiğim eski şiirleri, şairleri, özdeyişleri yeniden okurum. Bazılarını altını çizerek okumuşumdur. Bazılarını bir deftere not almışımdır. Söylenmesinin üzerinden yıllar hatta yüzyıllar geçmesine rağmen bilgelerin söylediği özlü sözler bugün için de geçerliliğini korur. Bir zamanlar lisede ders kitaplarımızda okuduğumuz şiirler, deyişler belleğimizde daha çok yer etmiş. 

Bugünlerde Ziya Paşa okuyorum. Ziya Paşa Tanzimat Edebiyatının büyük şairlerinden. 1825-1880 yılları arasında yaşamış. Felsefi, ahlaki, dini, metafizik konular üzerinde durmuş. Şiirleri, deyişleri eğitici, yol gösterici.Aşağıda Ziya Paşa'nın bazı sözlerine yer verdim. Deyişler, altında açıklamalarıyla veriliyor.

"Dehrin ne safâ var acaba sim ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hin-i seferinde."
Açıklama- Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar ahiret yolculuğuna çıkarken bunların hepsini geride bırakır.

"Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde"
Açıklama- Süleyman'ın tahtı hava üzerinde uçuyordu denilir, dünyanın geçiciliğine bakın ki o muazzam saltanatın bile yerinde şimdi yeller esiyor.

"Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir."
Açıklama- Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilerde başı dik, alnı açık olarak bulunur. Birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır. 

"Bî- baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semadan"
Açıklama- Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa, talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez. 


İki farklı zamandan iki ünlü şair şiirleriyle sesleniyor bugün:

ÇOCUKLAR ÖLEBİLİR YARIN

Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan ne kuş palazından
düşerek de değil kuyulara filan;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
ne bir santim kemik, ne bir damla kan
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan...

                                   Nazım Hikmet Ran