Bu Blogda Ara

19 Ara 2018

BİR NARENCİYE MASALI...



En uzun masal bile er geç biter. Günümüzde artık 1001 Gece Masalları yok. Ama teknolojinin insan beyninin sunduğu günümüz masalları var. Çeşitli güzellikler ve  sürprizlerle donatılmış görüntülü masallar... Biraz gecikmeli bile olsa güzel şeylerin anlatılmasından yanayım.

17 -18 Kasım 2018  tarihlerinde düzenlenen bir Narenciye Festivali daha sona erdi. Dört yıl aradan sonra bu yıl altıncısı kutlanan festival , bu yıl en görkemli yılındaydı. Çocuklar çok eğlendiler ama en az onlar kadar büyükler de festivalin tadını çıkardılar.

Mersin Mezitli Belediyesi'nin sahil kenarına kurdurduğu büyük sabit salıncaklar 4 kişilik. Yetişkinler önce çekinerek hatta  kadınlar utanarak biniyorlar. Ama salıncaklar onları uçurdukça düşler alemine geziler de renkleniyor. Artık duygular da yerini neşeye, coşkuya, mutluluğa bırakıyor. İçimizdeki çocuğu mutlu etmek hiç de zor değil. Salıncaklar insanı bir başka dünyaya taşıyor; Kavgasız, gürültüsüz, kaygısız...
Mersin'in ılıman havasında festival günleri özellikle sabahları oldukça serindi. Ama bu soğuk hava bile insanları dışarıya çıkmaktan alıkoyamadı.

Bu yıl 70 ülkeden 700 folklorcunun katıldığı söyleniyor. Yollarda yerel folklor giysileriyle güzel genç kızlar, yakışıklı gençler görülüyor. Çocuklar için adeta bir masal dünyası. Düzenlemeler için tonlarca narenciye kullanılmış.Maketlerle canlandırılan masal kahramanları var. Narenciye ürünleriyle donatılmış tren, uçak, gemi, helikopter veya kule sizi hayali bir yolculuğa çıkarabilir-tabii hareket etmeden.- 

Sivil Toplum Kuruluşları standlar açmışlar. Alzheimer Derneğinin de el işleri, yiyecek-içecek ve kitap satışlarını içeren bir standı var. Öte yanda yıllar öncesinin model arabaları koleksiyoncuların  beğenisine sunulmuş .Pusetleriyle  getirilen minicik çocuklar, tekerlekli sandalyeleriyle gelen engelliler. Bastonlarıyla yürüyen yaşlılar. Ve çocuklar...


Gün gelecek bu çocuklar da belki kendi çocuklarına anlatacaklar: " Bir zamanlar bulunduğum kentte..." 
Onların zamanında belki düşler yerine gerçek olaylar devreye girer. Düş masalları yerini mutlu öykülere bırakır. Ve adı değişir öykülerin. Yüzyıllık öyküler olabilir mi? Kim bilir ...

Bu güzel etkinlikler kente bir canlılık ve güzellik kattı elbette. Yerel yönetimler ve yetkilileri iyi bir organizasyonla ortaklaşa yürüttükleri bu başarılı çalışmalardan ötürü kutlamak gerek.




3 Ara 2018

ENGELLERE TAKILMAK...



Hayatınızda hiç engellerle karşılaştınız mı ? Çok istediğiniz bir olay veya durumun gerçekleşmesi engellendi mi? Çok çalıştığınız, halde sonuçta başarıya ulaşamadınız mı? Bir dostunuz, arkadaşınız size karşı hiç ummadığınız bir hata mı yaptı? Bu ve benzeri engellerin yarattığı sıkıntılar ruh sağlığınızı etkileyebilir, akıl sağlığınızı, beden sağlığınızı tehlikeye düşürebilir. 

Yaşantımızda bir de doğuştan ya da sonradan olmuş zihinsel, bedensel, fiziksel engeller var. Günlük yaşantınızda yanı başınızda engellere takılanları fark ediyor musunuz? Asansörü olmayan bir hastanede yaşlı bir engellinin tekerlekli sandalyesiyle 3 kişi tarafından merdivenlerden zorlukla taşınarak 3. kata çıkarılmasına tanık oldunuz mu?

Gözlerinizi sımsıkı kapatıp, işlek bir yolda elinizde sadece bir bastonla yürümeyi denediniz mi? Yalnızca parmaklarınızla dokunarak görmediğiniz bir eşyayı tanımlayabilir misiniz? Bozuk bir saati görmeden tamir edebilir misiniz? Yanınızda otistik ya da Down sendromlu çocuğunuzla bir toplu taşıma aracında tüm meraklı bakışlara aldırmadan yolculuk yapar mısınız? 
Çocuğunuzun sizce küçük yaramazlıklarını alayla, küçümsemeyle seyredenlere tahammüllü müsünüz?
Alzheimer hastası bir yakınınız bir anda yanınızdan uzaklaşsa, kaybolsa ne yapardınız?

Yanıtlarını aradığımız sorularla hayatı, konuları, olayları, kişileri düşünmek empati kurmayı kolaylaştırıyor, insanlığımızı vurguluyor. Hayat hiç de kolay değil. Yaşamı yaşanabilir hale getirmek gerek.
Öncelikle yüreğimizdeki engelleri kaldırabilsek, daha hassas ve duyarlı olabilsek. Gözlerimizdeki perdeyi, engelleri kaldırıp çevremize gören gözlerle bakabilsek. Yardım ihtiyacı duyanlara ille maddi değil, manevi yardımda bulunabilsek. 

Engellilerin gönüllerine ulaşmak çok da zor değil. Erişebilmek elbette incelik istiyor; Kırmadan, incitmeden,acımadan, rencide etmeden...
Engelliler için güzel şeyler de oluyor. İşitme engelliler için açılan kurslara normal işiten insanlar da katılabiliyor. Görme engelliler için hazırlanan sesli kitaplar çalışmalarına da katılmak mümkün.

Meclisteki 600 millet vekilinden 5 tanesi engelli. Şafak Pavey konuşmasıyla, onurlu duruşuyla, düşünceleriyle ne güzel bir rol modeldi. Bazı Belediyeler engelliler için parklar, kaldırım düzenlemeleri, okuma salonları açarken neden bazılarının gündeminde bu çalışmalar hiç yoktur?

Ulaşılabilir yollar varken; Beynimizi, yüreğimizi, vicdanımızı, insanlığımızı ulaşılmaz kılmayalım. Hayat o kadar kısa ki...




24 Kas 2018

ÖĞRETMENLER GÜNÜNDE DÜŞÜNMEK...



Biraz yıpranmış eski küçük defterler, kalın kitaplar arasında kurutulmuş çiçekler, renkli zarflar içinde mektuplar... Bunlar kimi insan için önemsiz, değersiz şeyler sayılabilir. Oysa onlara bir zamanlar nasıl emek harcandığını bilenler için nasıl da değerliler. Maddi değeri olmasa da kaç tek taş yüzük, kaç kolye yıllar öncesinin bu anılar yumağını geri getirebilir? 

"Öğretmenim bu defterime benim için bir şeyler yazar mısın ? diyen ince ses unutulabilir mi? Gözünüzün içine bakamayan bir ergenin ilk şiir deneyimi nasıl gözardı edilebilir? Gönlünden kopan içten cümleleri kağıda dökmüş bir öğrenci, öğretmeninin mutluluğuyla mutlu olacaktır. Gönül vererek emekle hazırlanmış o küçük hediyelerle mutlu olamayan insan , hiçbir şeyle mutlu olamaz. 

Bir öğretmenin dikkat etmesi gereken ne çok şey vardır : Çocuklar, gençler adeta toplumun bir göstergesi. Onlara değer vermek önce adlarıyla hitap etmekle başlıyor. Davranışlarıyla sınıfında adil olan bir öğretmen çocuklara da adalet duygusunu aşılıyor demektir. Konuşurken hepsinin gözüne bakarak anlatmak zorundadır öğretmen. Konuşurken göz teması kurmak, gözünün içine bakarak konuşmak bir ihtiyaçtır insan için. tersi bir davranış, sevgisizliğe, ilgisizliğe, tepkisizliğe işaret eder. 

Haklıyı haksızdan ayırt etmek zorundadır öğretmen. Öğrencilerin hepsini sıra dayağına çekmek, ellerine cetvelle vurmak , aşağılayıcı sözlerle hitap etmek öğretmenlik sayılabilir mi? Bazen bir baş okşaması, omuza konan bir el, bir sıcak gülümseme, sakin, yumuşak bir ses tonu , ne güzel olmuş deyişi dünyalara bedel olmaz mı? İnsanın doğasında sevgi, merhamet, iyilik ihtiyacı hiç tükenmez ki...
Ödül ve ceza davranışla tutarsız olursa nasıl da şaşırır öğrenciler. Öfkelenince notu silah gibi kullanmak, haklıyı haksızdan ayırt etmemek içte isyanlara neden olur. 

Yalnızca bir gün değil, her gün önemli olsa özel günler. İlle görkemli kutlamalarla değil, sevgiyle, saygıyla, kendimizi sorgulayarak... Öğretmenlere hak ettikleri gibi bir yaşam sunarak insanları, çocukları seven, adil, sabırlı, özverili, tahammüllü öğretmenleri nasıl da özlüyoruz. Öğretmen gibi öğretmen olan tüm öğretmenlerimizi sevgiyle, saygıyla anıyoruz...

Makbule Abalı.


20 Kas 2018

HENÜZ 8 YAŞINDA ...



Canım yanıyor anne...
Rüyalar bu kadar kötü müdür ?
Gündüz bile rüya görüyorum artık.
Gözlerimi kapatıyorum zifiri karanlık .
Önce canavarlar görüyorum 10 kollu,
Sonra timsahlar, yılanlar, aslanlar,
Ağzından ateşler saçan, salyalar akan.
Her yanım ağrıyor anne,
Her yanım yara-bere-ezik
Ağzımın içi zehir dolu sanki ...
Kocaman eller görüyorum düşümde,
Benim elimin belki 10 katı.
Bağırıyorum... bağırıyorum...
Kimseler duymuyor sesimi,
Bebeğim duymuyor,
Sen bile duymuyorsun
Sesim çıkmıyor anne...
Gül diyorlar gülemiyorum,
Onlarsa hep gülüyor anne,
Midem bulanıyor, başım dönüyor.
"Koruyacağız seni" dediler
kim, nasıl, nerede koruyacak...?
Anlatmadılar...
Hakim amca halimden anlar mı anne?
İçimde kuşlar vardı, umut gibi, ışık gibi
Hepsi uçtular uzak diyarlara.
Ben yapayalnız, onlar hep birlikte.
Elimi uzatıyorum, boyum yetmiyor, 
 Ben nasıl büyürüm anne...?


20 Kasım Dünya Çocuk Günü'nün gelecekte çok daha iyi koşullarda kutlanmasını dileriz.

13 Kas 2018

MERSİN MEZİTLİ ÜRETİCİ KADINLAR PAZARI...



Her Cumartesi ya da Pazar giderdik. Son iki aydır uğrayamaz olmuştuk. O güzel, canlı ortamı özlemişim. Burada sadece kadınlar var. Ürettikleri her ürünü satabiliyorlar. Pazara girdiğiniz ilk anda kendinizi rengarenk bir dünyada hissediyorsunuz. Bir an kadınlar ülkesinde miyim diye sorabilirsiniz. 
Tezgahlarda satış yapanlar sadece kadınlar. Alışveriş yapan çok erkek de var tabii.


Yüzlerce kadının bir arada olmasına rağmen rahatsız edecek bir ses yok. Büyük semt pazarlarındaki bağrışmalar, küfürlü konuşmalar burada duyulmuyor. Kadınlar çalışıyor, üretiyor, ürünlerini Cumartesi-Pazar günleri bu pazara satmaya getiriyorlar. Mersin'de bu pazarlardan 7 tane olmuş. 

Tezgahlarda sebze, meyve, turşular, reçeller, lezzetli ev yemekleri var: İçli köfte, çiğ köfte, mercimekli köfte, sarımsaklı köfte, dolma ve sarma çeşitleri var.
Piknik tüplerin üzerine saçlar yerleştirilmiş, sıkma, börek, gözleme, katmer yapılıyor. Bir köşedeki semaverden sıcak çayınızı da alıp içebiliyorsunuz. Bir tezgahtan otlu börek alıyoruz. İçinde her çeşit ot var:
Isırgan otu , dereotu, ıspanak, maydanoz, ... Kahvaltımızı yapmıştık ama bu ara öğün sayılabilir. Ne zaman gitsem kendimi burada mutlu hissederim.

Yiyeceklerin dışında takı tasarımlarının, el örgülerinin, örgü bebeklerin, iğne oyalarının, çocuk giysilerinin sergilendiği tezgahlar da var. Seramik ve ahşap çalışmaları da bulunuyor. Üretici kadınlar el becerilerini, yaratıcılıklarını sergilemişler.

Tezgahların gerisindeki birçok kadınla selamlaşıyoruz.
"Uzun zamandır neredeydin?" diye sormaları bir başka güzel. İçtenliklerine inanıyorum.Üretici kadınlar sadece kendileri için değil, aileleri için, çevreleri için,ülke ekonomisi için kazanç sağlıyorlar. "Kadın Üretici Pazarları Projesi", Çin'de düzenlenen 2018 Uluslararası kentsel inovasyon  ödüllü yarışmasında yarı finale kaldı.213 şehir arasında Mezitli Belediyesi son 15'e girdi. Dileriz son elemede hak ettikleri yeri alırlar.

7 Kas 2018

GÜLSEN VAROL'U ANMAK...

         

 Harika bir insanı, muhteşem bir hayatı bir cümleyle nasıl özetler insan. Gülsen Varol Öğretmenimizi kaybettik. Bu sabah bir arkadaşım bu haberi ilettiğinde içimden bir şeyler  koptu, gözlerimden yaşlar süzüldü. Son zamanlarda blog sayfasına daha sık bakar olmuştum. Ama sanırım artık yazamayacak kadar yorgun ve halsizdi. Oysa onun yazı ve şiirlerini ne büyük keyifle okurdum. Okuduktan sonra yorum yazmak için içinizde dayanılmaz bir istek duyardınız. Sağlığında yorumlara da özenle cevap verirdi. Gülsen Öğretmenimin bloğu bir okul gibiydi. 


İki kitabını okudum, tanıtımlarını zevkle  yaptım, blog sayfalarımda yayınladım.Çok mutlu olmuştu. Bugün ben de bu güzel insanın benim kitabım "Geriye Kalan " ile ilgili değerlendirmesini sayfama almayı düşündüm. Bloğumda ondan bir iz, bir anı kalsın istedim. Sizi çok özleyeceğim sevgili Gülsen Öğretmenim. Sizinle ilgili çok anı biriktirdik. Sevgiyle. saygıyla, özlemle...

"GERİYE KALAN" diye başlamış Makbule Abalı..



Okunması gereken muhteşem bir kitap. Muhteşem bir gaye uğruna saklı acıların/anıların paylaşıldığı gerçek bir yaşam öyküsü.. 
Acı ve tahammülü güç bir hastalıkla barışık olarak mücadele eden bir evlâdın kaleminden hiç abartıya kaçmadan yazılan ama her bir satırında sakladığı hıçkırığını duyacağınız bir yaşamın öyküsü..

****
Günaydın mı demeliyim iyi geceler mi bilemedim Sevgili Makbule Abalı?
Günümü geceme katmışım “geride kalanlar”ı okurken.. Ne yazacağımı, ne yazmam gerektiğini bilemeden başladım görmemi engelleyen yaşlara aldırmadan..

Seni kutlamak geldi önce içimden?? Sonra, sanki saçma ve gereksiz gibi geldi  bu cümle.. ters tepti iyi niyetler.. öylesine birebir yaşadım ki yaşadıklarını. Sanki o anları anıları yaşadığın için kutlamak gibi görüntü verebilir mi diye düşünüp vaz geçecektim ama başka nasıl ifade edebilirim takdirimi bilemedim.. Belki de ilk kez aradığım kelimeleri bulamadım. Eminim hepsi yerli yerindeydi ama ‘yazma beni’ der gibi yok oldular birden..

Ama ben yine de inatla seni kutlamak istedim.. böyle mükemmel bir evlat olduğun için önce.. sonra hiç abartıya kaçmadan, sanki sesini hiç yükseltmeden masal anlatır gibi anlattığın için o acılarını.. ve yazarsam ifade edememekten korktuğum pek çok duygum için seni kutlamak istedim. Her bir satırında kendimden ufak alıntılar buldum.. kırık bir camın ardındaki odadan kendimi seyreder gibi hissettim pek çok yerinde.. sanki ben yazmışım gibi, benim yerime yazılmış gibi hissettiğim pek çok satırın altlarını kırmızı kalemle çizdim..

Sonra baktım zor duyan kulağıma bir cızırtı gelmekte.. dikkat kesildim.. baktım sabah ezanı okunmakta.. AH... dedim.. zamanıdır ruhları huzurlu kılmanın.. sonra okudum okudum.. sonra sanki yanı başımda gibi duran meslektaşımla konuştum!.. yüce bir gücün ona rahmetiyle huzur verdiğine inanana kadar sürdürdüm kendimce dualarımı.. sonra baktım yeni bir gün doğuyor.. uyumuşum!

"Vah gidene" denir genelde. Ben zamansız ölüm için geçerli kabul ederim bu sözü.
Çünki “gitmek”.. herkes için kaçınılmaz son.

gülsenvarol



Makbule Abalı dedi ki...
Hayatın içinde her şey iç içe Sevgili Gülsen Öğretmenim. Bazen karmaşık bir geometrik şeklin parçaları gibi. Bazen bir duygu fırtınası gibi. Anlamlı yazınızı az önce okudum. Gözlerim buğulanarak tekrar okudum. Hani bazen tüm kontrolünüze rağmen göz yaşlarınızın akışına engel olamazsınız.
Ama biliyorum ki bazen böyle duygulanımlar iyi geliyor insana, rahatlatıyor, ferahlatıyor...

Pek çok konuda hepimizin hayatında ortak noktalar vardır eminim. Mutlulukta, acıda, sevinçte ya da hüzünde. O zaman o insanlar birbirini daha iyi anlayabiliyor. Çok uzaklardan, hiç görüşmeseler de "iletişim" kurulabiliyor.

Duygu paylaşımı için kitabımı okumanızı öyle çok istiyordum ki...
Çok mutlu oldum. Her zamanki üstün anlatım gücünüzle , çok yönlü bakış açınızla nasıl da güzel değerlendirmişsiniz.

Sizin böylesine güzel ve içten kutlamanız "iyi bir iş" yaptığıma inancımı daha da pekiştirdi. Gerçekten "iç huzuru" ne kadar önemli ve ona nasıl da ihtiyacımız var.
Yürekten teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız...
gülsen VAROL dedi ki...
Mersin Mezitli’ deki evimi hatırladım evinin fotoğrafını görünce Makbule.. Sonra.. hiç hatırlamak istemediğim tatsız olaylarla dolu 10 yılımı.. Namrun yaylasındaki evimi.. Babil sitesinde deniz kenarındaki evimi.. "Keşke" ler, uygun adım marş diyerek hücum etti yarım aklıma.. Keşke dedim.. keşke o yıllarda tanısaydım Makbule'yi.. Bu muhteşem saygın aileyi.. Kimselere anlatmaya kıyamadığım acıları anıları paylaşabilseydim bu yüreği yüce insanla. Ama hiç görüşemesek de o ilâhî iletişimin kurulduğuna inanıyorum ben. Sen de iyi ki varsın Makbule'm.

30 Eki 2018

CUMHURİYETİMİZ 95 YAŞINDA...



Cumhuriyet; fikren, ilmen bedenen güçlü ve yüksek karakterli muhafızlar ister.
M. K. Atatürk

Büyük işler, önemli atılımlar ancak birlikte çalışma ile elde edilebilir. 
M. K. Atatürk

Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.
M. K. Atatürk

Cumhuriyet, özgürlüğü sevenlere ve koruyanlara yaraşır. 
George Washington

Cumhuriyet erdemli insanların rejimidir.
Montesquieu




24 Eki 2018

ÇOCUKÇA BİR İMECE...



Çocuklar toplandı bir gün ;
Bir okul öncesi sınıfta .
Öğretmen sordu :
İmece ne demek ?
Kimi gülümsedi muzipçe ,
Kimi parmağını ağzına soktu, düşündü .
Biz ne bilelim dedi biri . 
Ellerinizi gösterin dedi öğretmen;
Hadi şimdi de el ele tutuşun.
Bakın kaç elle çalışacağız şimdi ...
Öğretmen hepsinin eline birer sepet verdi,
Hadi şimdi toplayabildiğiniz kadar yemiş toplayın.
Çocuklar böğürtlen topladılar sepet sepet,
Yıkadılar hep birlikte ,
Kaynattılar çok az şekerle.
Şurup yaptılar , reçel yaptılar öğretmenleriyle,
Emekle, ortak çabayla, neşeyle,
Ürettiler sevgiyle ,
İmeceyi gerçekleştirdiler...
Hem öğrendiler, hem yeyip içtiler.
Nasıl da sevindiler, mutluluktan uçtular... 

Makbule ABALI 



Not: İmece: TDK Sözlüğünde: Kırsal topluluklarda köyün zorunlu ve isteğe bağlı işlerinin köylülerce eşit şartlarda emek birliğiyle gerçekleştirilmesi.


10 Eki 2018

İNSAN OLMAK...


Pek acele etme küçüğüm;
Elbet büyüyeceksin,
Anlayacaksın sen de 
Dünyanın kaç bucak olduğunu.
Göreceksin;
Bizim gördüklerimizi,
Yaşayacaksın yaşadıklarımızı.
Öğrenmek isteyeceksin,
Soracaksın, kaygılanma
Cevaplandıracağız elbette.
Önce tanıyacaksın;
Çevreni, yöreni, doğayı.
Anlayacaksın;
Suyun neden aktığını,
Ateşin yaktığını,
Taşın sertliğini,
Sonra yavaş yavaş öğreneceksin;
Topluma katılmayı, 
Sosyalleşmeyi, 
Birey olmayı.
Dürüst, güvenilir, yalansız,
Vefalı, sevgi dolu, insancıl olmayı,
Hakkını aramayı,
Sorumluluklarını bilmeyi...
Öğreneceksin zamanla
Unutma;
Zordur insan olabilmek,
Daha da zoru
İnsan kalabilmek...

Makbule ABALI

4 Eki 2018

ÇOCUKLAR CUMHURİYETİ



Çocukların el ele verdiği bir dünyada 
Büyükler neden sırt sırta döner?
Çocuklar oyunlarında anlık küsüp barışırken,
Büyükler neden yıllarca dargın kalır?
Çocukların şarkı sesleri uzaklara yayılırken,
Neden büyüklerin silah sesleri 
Dağlarda yankılanır?
Bir çocuklar cumhuriyeti kurulsa ,
Büyüklerin krallığı sona erer mi acaba...?



21 Eyl 2018

UNUTMAK...UNUTAMAMAK... ALZHEİMER


UNUTMAK... UNUTAMAMAK... ALZHEİMER

Hiç unutmam derdin ;
Unutamam çekingen davranışlarını,
Unutamam utangaç bakışlarını,
 Unutamam mahcup gülüşlerini... 
Ama unuttun...
Unutmak; bellekten silmek ise anıları,
Birikimleri, yaşanan her şeyi,
İzi kalmamacasına yok etmekse eğer...
Unutmak kendime isyandır diyordun .
Hiç unutabilir miyim derdin;
Yüreğinin güzelliğini, insanlığını, 
Katıksız sevgini ; 
İnsanlara, çocuklara, doğaya...
Unutmak...
Kırmadan, sesini yükseltmeden,
İncitmeden yaklaşımlarını
Sevecen tavırlarını, duyarlılığını,
İnceliklerini...
Unutuldu her şey zamanla...
Hastalandığımda o eşsiz yaklaşımını
Bakışlardan sezen hassasiyetini,
Sesteki kırgınlığa duyarlılığını
Hoşlandığımız haber, fıkra, şiir, öykü paylaşımlarımızı,
gün doğumunu, gün batımını izlemeyi,
çiçeklerin , ağaçların bakımını,
Şiddetli gök gürültülerinde sakinliğini,
Şiirler,  öyküler  yazmak için defterler seçmeni,
Defterler doldukça görülebilir mutluluğunu
Ve kitaplarımız , sürpriz alınan şiir kitapları
Yumuşak tonda söylenen şarkılar
Akşam üstü el ele, kol kola yürüyüşlerimiz,
Selam verdiklerimiz. gülümsediklerimiz,
bazen konuştuklarımız, fotoğraf çekmelerimiz
Hepsini, hepsini unutabilir mi  insan ?
An'ları, günleri, ayları, yılları
Bir kalemde silmek tüm zamanı ,
Unutmak her şeyi...
Mümkün mü...?
Yağmur sonrası toprak kokusu burnunda tüterdi,
Üşüdüğümde ceketini çıkarıp verişini,
Bir zamanlar unuttuğun evlilik yıldönümlerini 
Sonraları hiç unutmayışını...
Günler önemli değil ki derdin,
Birlikte yaşamak, yaşlanmak önemli.
Birlikte yaşlanıyoruz;
Ama hiçbir şeyin anlamını bilmeden,
Geçmişi hatırlamadan,
Bugünü yaşayamadan,
Yarından endişe ederek,
En büyük korkumuz
Alzheimer çaldı kapımızı...
Bilmeni isterim ;
Dayanamayacağım tek şey,
Her şeyi unutsan da 
Adımı unutma lütfen...




21 Eylül Dünya Alzheimer Günü ... İkinci çocukluğunu yaşayanlara saygıyla...




19 Haz 2018

DUYARLI OLMAK YA DA DUYARSIZ OLMAK...



Bize hediye edildiğinde henüz 2 aylıktı Cankuş. Aslında o yıllarda hasta olan anneme getirilmişti. Mavi ağırlıkta renkleri vardı. Karnında sarı tüyleriyle bir güzellik göstergesi gibiydi. Zaman geçtikçe evi de, bizleri de benimsedi. Evin içinde özgürdü. Uçuyor, uçuyor sonra birimizin başına ya da omuzuna konuyordu. Eğitimcilerin yaşadığı bir evde bir muhabbet kuşunun konuşmayı öğrenmemesi ayıp olurdu. 

Sabahları mutfağa girince günaydın diyen, akşamları iyi geceler diye seslenen bir kuşumuz vardı artık. Birimizi biraz sıkıntılı görsün, hemen nasılsın der, yanıt alamazsa canım nasılsın diye tekrarlardı. sabah kahvaltılarında annemin yumurtasına ortak oluyordu. Cankuş evin  maskotu, sevgilisiydi. Yazın yaylaya gidilirken kızımın kedisiyle aynı arabada, kafesi benim kucağımda yolculuk yapıyordu. 

Cankuş 13 yıl bizim yanımızda saltanatını sürdü .Annemin hastalığının son iki ayında onun odasına hiç uğramadı. Ölümünden iki saat kadar önce yıldırım hızıyla odaya girdi, başına kondu sonra canhıraş feryatlarla odadan çıktı. Unutamadığım bir sahnedir. 
Duygu, duyarlılık tüm canlılarda farklı ölçülerde var diye düşünüyorum. 

Bir İstanbul yolculuğumuz öncesi Cankuş'u bir akrabamıza emanet ettik. Ayrılışımızdan 3 gün sonra hastalanmış. Bir hafta sonra can vermiş. Telefonda önce bize ölümünü söylemediler, hasta dediler. Sesimi duyarsa iyi gelir dedim, onun sevdiği sözcüklerle seslendim. Dayanamayıp acı haberi verdiler. Hüngür hüngür ağladığımı biliyorum. Oysa birçok kişi için kuş beyinli sözü hakaret içeriklidir. 

Tanımadan, anlamadan ne çok şeyi yanlış yargılarız. Bazen o hassasiyetin farkında bile olmayız. Köpeklerin sadakati üzerine ne çok öykü anlatılır. Sahibi öldükten sonra günlerce sahibinin mezarı başında bekleyen köpekler. Gözleri görmeyenlere iki göz ve baston olan köpekler... Kaybolduktan veya kaçırıldıktan sonra kilometrelerce yol katedip evini, sahibini bulan kediler... 

Son olaydaki vahşete değinmeyeceğim. Vahşeti düşünmek bile insanın ruh sağlığına zarar veriyor. 
Ancak merak ediyorum, o yavru köpeğin haykırışlarını hiç kimse duymadı mı? Suçlu tek kişi miydi, birkaç kişi mi? Sadistçe eğlence mi arıyorlardı? Bir öfke patlaması mıydı ya da neyin intikamıydı? Bu soruların cevapları bilinmeden olayın nedenlerine nasıl ulaşılacak? Bu karmaşık olay nasıl çözümlenecek?

Bu vahşete karışanların merhamet duyguları köreldi ise utanma, pişmanlık duyguları ne durumdaydı acaba? Kulakları tıkalı, gözleri kapalı mıydı acaba?
Ellerindeki kan nasıl temizlenebildi? Bu vahşet, bu kıyım rüyalarına girdi mi?
Kaybettiğimiz insanlık ne zaman bulunacak...?






19 May 2018

ATATÜRK'TEN ÖZDEYİŞLER :



"Çocuklarımızı, ortak düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye , içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. "

"Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek , hepimizin insanlık görevidir."

"Biz her şeyi gençliğe bırakacağız. Geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır. Bütün umudum gençliktedir."

Mustafa Kemal ATATÜRK.

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun.

Prof. Dr. Türkan Saylan'ın dün ölüm yıl dönümüydü. 
Rahatsızlığı nedeniyle sağlığının çok ağırlaştığı günlerde bile kız çocuklarının eğitilmesi için yıllarca yürüttüğü mücadeleden vazgeçmeyen sayın Prof. Dr Türkan Saylan'ı saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz. 
Öylesi güzel insanlara özlemimiz hiç bitmeyecek.



13 May 2018

ANNE OLABİLMEK...


"Tarih tekerrürdür" demiş eskiler. Anneler ; bir zamanlar özenle, belki çok zor koşullarda çocuklarına baktılar. Şimdi yıllar geçtikçe , o çocuklar büyüdükçe roller değişiyor, bazen torunlar bazen çocuklar "anne olma" sorumluluğunu üstleniyorlar. Annelerinden öğrendikleri bilgilerle kuşaklar arası geçiş yapılıyor, bilgiler aktarılıyor. Yaşam deneyimleri öğreniliyor, bilgiler değiş-tokuş yapılıyor.

Hayatımızda kutlanması, anılması gereken öyle çok gün var ki. Anneler Günü'nün yeri, önemi elbette farklı ama keşke sevgimizi, saygımızı tek güne indirgemesek.Bir hediye vermeyle her şey bitti , borcumuz ödendi sanmasak. Kentlerde, beldelerde, köylerde, kırsal kesimde farklı yaşamların içinde, farklı karakterlerde ne çok kadın, ne çok anne var..

Kimisi yılların iyice yıprattığı kadınlarımız; Yüzlerde kırışıklıklar, öpülesi ellerde lekeler, buruşukluklar olsa da, gözler artık eskisi gibi göremese de , ayaklar bedenin yükünü kaldıramasa da, omuzlar çökük olsa da, elleri bazen titrese de hala çocukları için varını yoğunu verebilecek anneler...

Yaptığı fedakarlıkları çoğu kez anlatmayan, sıkıntısını aktarmayan, yüreği yaralı anneler; Engelli çocuğunu koruyan, kollayan, bazen sırtında taşıyan, onun incinmemesi için kol-kanat geren anneler. 
Törenlerde şehit oğlunun tabutu başından bir türlü ayrılamayan, göz yaşını içine akıtan yorgun bedeni, acılı yüreğiyle ayakta duramayan anneler...

Bir zamanlar çocuklarının bakımını yaparken, altını temizlerken, bez bağlarken, belki de şimdi onlar bu işleme ihtiyaç duyuyorlar -bir bebek gibi... Gene bir zamanlar merdivenleri ikişer ikişer basamaklarla atlayarak çıkarken şimdi tek tek basamaklara basarak zorlukla çıkıyorlar. Hareketleri ağır ve yavaş. Adeta ağır çekime alınmış bir yaşam onlarınki. Ama yürekleri hala çocukları için atıyor.

Bir de bugün belki pek akla gelmeyen altın yürekli kadınlar var; Bazen bir okulda, bazen bir kurumda, bazen yardıma ihtiyaç duyulan her yerde. Hiç evlenmeden kendini anne gibi hisseden, bir anne gibi duyarlı, çocukları çok seven, her an yardıma hazır, anne gibi sevgi dolu, şefkatli kadınlar...

Kaybettiğimiz annelerimizi rahmet ve saygıyla anıyor,
varlıklarını her zaman hissettiren vefakar, sevgi dolu, fedakar  tüm anneleri yürekten kutluyorum.





8 May 2018

BİR ÖMÜR...





Savaşlar içinde karmakarışık bir dünyada 
Barışı kendi içinde yaşatmalı insan;
Sakin, huzurlu, mutlu,
Sade, gürültüsüz, dingin...
Mavilikler toplamalı gökyüzünden,
Yeşille kucaklaşmalı yeryüzünde.
Çiçeklerle, kuşlarla dost olmalı.
Mutluluk küçük ayrıntılarda gizli;
Ağız tadıyla yenen iki lokmada,
Bazen bir su başında içilen bir bardak çayda,
Eski dostlarla geçmiş anılarda,
Ya da kurumuşken yeniden canlanan bir çiçekte...

Bazen hastalıklarla, kazalarla 
kesintiye uğrasa da hayat,
Yaşamak bir ömür boyu,
Sağlık elverdiğince...
Sonuçta sadece birkaç sözcük,
Koca bir ömrü özetler;
"Huzurlu, mutlu yaşadım" diyebilmek...









1 May 2018

BAHARLA GELEN 1 MAYIS...



Mayıs Ayını ne çok severim. Mayıs her haliyle özel ve güzeldir. İçinde güzel günler barındırır;19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Anneler Günü, Hıdrellez, Emek ve Dayanışma Günü, Bahar Bayramı ve benim doğduğum gün...

Bahar bayramını okulca kutlardık bir zamanlar. Okul dışına çıkmak, doğaya açılmak ne güzeldi. Kırlarda olurduk, papatyalar toplanır, taç yapılır, evlerden getirilen yiyecekler yenirdi. Piknik tarzı gezileri sevmem o zamanlardan kalmadır. Evden getirdiğimiz börekleri, köfteleri ortaya koyar, paylaşırdık. Üniversite yıllarımda kız öğrenci yurdunda kalırken bir portakalı odadaki 8 kişiye paylaştırmamı nedense     anlayamamışlardı. Oysa paylaşım hayatın özünde  ne kadar önemlidir.

1 Mayıs'ta iki bayram birbirine karışırdı ve ne olay çıkardı ne de tatsızlık olurdu. Bugün düşünüyorum da acaba çok şey mi istiyorum? Patron ya da yöneticinin işçilerle güzel bir diyalog kurduğu, sorunlarını sorup anlamaya çalıştığı bir iş yeri, asgari ücretin planlanarak en uygun şekilde ihtiyaçlara göre belirlendiği belirlendiği, fazla mesai ücretlerinin adilce, düzenli ödendiği, kadın işçilerin erkek işçilerle aynı ücreti aldığı, çalışma yerlerinde her türlü güvenlik önleminin alındığı, iş kazalarının en aza indiği, kötü koşullarda, havasız bodrum katlarında işçilerin çalıştırılmadığı, işçilerin çekinmeden haklarını savunacak bir sendikaya üye olduğu, okuma çağında hiçbir çocuğun çalıştırılmadığı, emeğin sömürülmediği... bir ülke düşlüyorum.

Bütün  dünyanın bayram olarak kutladığı 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı neden bizde en katı güvenlik önlemlerinin alındığı bir gündür? Çoğu kez neden bayram değil, yas günü olmuştur? Neden hep endişe, sıkıntı, korku duygularıyla anılmıştır? Ülkemizin böylesi bir günü hak ettiğine inanmıyorum. Bir bahar ayında, bahar bayramıyla birlikte anılan, coşkuyla kutlanan, türkülerin söylendiği, halayların çekildiği  1 Mayıs'ları özlüyorum. Emeğin ve Dayanışmanın günü kutlu olsun.


23 Nis 2018

BİR ZAMANLAR ÇOCUKTUK...


Gerçek çocuklardık biz ;
Bakışıyla, duruşuyla, koşuşuyla.
İlle de oyuncak aramazdık,
Yapma bebeklerimiz vardı,
üstüne elbise biçtiğimiz ,
Bir tas suda yarıştırdığımız
Kağıttan kayıklarımız,
Uzun ipli uçurtmalarımız,
5 taş oynadığımız taşlarımız...

Kırlara çıkardık bahar gelince ;
Başımızda papatyalardan taçlar,
Elimizde rengarenk kır çiçekleri,
Piknik yapardık su kenarlarında,
Şarkılarımız vardı, söylerdik.
Oyunlarımız vardı çocukça 
Gerçek çocuklardık biz;
Çocukluğunu yaşayan çocuklar...

Bayramlarımız vardı,
Törenlere çıktığımız.
Şiirler okuduğumuz,
Müsamerelerimiz.
Rontlar oynadığımız,
Bayram gibi bayramlar...
Her şeyimiz gerçekti,
Her şeyimiz içten.
Hayatı doyasıya yaşayan
Çocuklardık biz...

Makbule ABALI

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm çocuklara kutlu olsun. 
Not:Üstteki fotoğraf İnternetten.
İsmet İnönü'nün oğlu Ömer İnönü Atatürk'le birlikte.
4 yaşındayken.


17 Nis 2018

BİR OKUMA ÖYKÜSÜ...(KÖYDEN KENTE OKUMAK...)



Bazen düşünürüm; hepimizin yaşamında belli kesişme noktaları var. Bazen bir yer, bir tarih, bir haber, bir insan, yaşantımızda büyük değişimler yaratıyor. Farklı adlarla değerlendiriyoruz bu durumu;
Rastlantı diyoruz, kader ya da şans diyoruz. Bu değişimler sonrası yollar ya yön değiştiriyor ya da kesişiyor. Asıl yaşam, o yollardan birinde duraksaması değil midir insanoğlunun?

Bu bir kısa öykü. Bir varoluş öyküsü. Yaşamdan bir kesit. Yapı taşları yıllar önce yerleştirilmiş, iyi bir temel oluşturmuş. Tamamı anlatılsa bir kitap olur belki. 
Bir dağ köyünde 14 yaşlarında bir erkek çocuk. İlkokulu aynı köyde bitireli 2 yıl olmuş. 5 erkek, 2 kız 7 kardeşler. Babasına iş gücü lazım. O da dağlarda hayvan otlatıyor, tarlada ekin biçiyor, harman kaldırıyor. Ürettikleri ürünlerle geçimlerini sağlıyorlar. 
Babasına iş gücü lazım. Ancak anılarında unutamadığı bir gün var; tarlada toza toprağa bulanmışken babası yüzü asık bir şekilde gelir. Yazıyı göstererek "Sınavı kazanmışsın, okula çağırıyorlar" der. Birbirini çok seven iki kişide o an mutluluk-mutsuzluk çatışması yaşanmaktadır." Gitmek mi zor, kalmak mı " çelişkisidir bu. 

O yıllarda Mersin-Arslanköy arasında toplu taşıma araçları yoktur. Yol yürüyerek 24 saattir. Yolun yarısında mola verilir, ağaçların altında yatılır. Gecenin ayazı iliklerine işler. O yıllardaki çocukların en büyük hayali okumak, bir meslek sahibi olmak. Özellikle dağ köylerinde yaşayanlar için okumak, bir başka dünyaya adım atmaktır. 

Günümüzde Finlandiya'nın , bazı kuzey ülkelerinin hala örnek aldığı, fakültelerde tez konusu olan bir eğitim modelidir Köy Enstitüleri. İlkokuldan sonra 5 yıl. Okul öncesi ve okula girişte iki ayrı sınavdan geçiyorlar. O yıllarda kurulan 21 tane Köy Enstitüsü tarıma elverişli topraklar üzerinde inşa edilmiş. Okul inşaatlarında öğrenciler de çalışmış. Okulda tarıma dayalı uygulamalı iş eğitimi ve kültür dersleri verilmesi amaçlanmış.

Haziran döneminde okulu bitirenler ilkokul öğretmeni olarak Temmuz-Ağustos aylarında göreve başlarlar. 
Okullarda genellikle büyük bir kütüphane, çeşitli enstrümanların bulunduğu bir müzik odası, çeşitli atölyeler bulunuyor. Öğrenciler yemeklerde okul bahçesinde yetiştirdikleri sebze ve meyveleri yiyorlar.
Her gün önce sabah jimnastiği yapılır, ardından 45 dakika etüt saati uygulanır ve kahvaltıdan sonra derse girilirdi. Okula gelinceye kadar hiç kitap okumamış, eline müzik aleti almamış çocuklar için okul, bir gelişim ve değişim merkeziydi adeta. Yılda en az 25 kitap okuyorlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı, klasik müzik dinlemeyi öğreniyorlar.

Enstitülerde kazandırılan çok önemli bir başka özellik;
sormayı, sorgulamayı, eleştirmeyi, hak aramayı davranış olarak kazanıyorlar. Her cumartesi sabahı sorunları dile getirmek için toplantılar düzenleniyor.Bu toplantılara yöneticiler, ilgili öğretmenler ve öğrenciler katılıyorlar. Öğrenciler rahatlıkla yöneticileri eleştirebiliyorlar.

İlk bölümde okuma öyküsünü anlattığım eşim Ahmet Abalı, ilk iki yılına  Antalya Aksu Köy Enstitüsü'nde başlamış. Enstitüler kapanınca okul, "Aksu  İlk Öğretmen Okulu" adını almış. 5 yıllık eğitim 6 yıl olmuş. Kültür dersleri arttırılmış, tarım ve iş dersleri azaltılmış. Okulda gene yatılı öğrenci olarak devam etmişler. Okul bitince Diyarbakır Silvan İlçesine ilkokul öğretmeni olarak  atanmış, 5 yıl orada görev yapmış. O yılların Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, mezun olan her öğrenciye kutlama mektubu gönderirmiş.

Köy Enstitülerinden çok donanımlı öğrenciler yetişmiş. Sonradan  fakültelere girerek ortaokul ve lise öğretmeni, doktor, eczacı, mühendis, avukat, hakim olanlar var. Çok sayıda ünlü şair, yazar, yargıtay üyesi olan var. Eşim Gazi Eğitim sınavlarına girerek Pedagoji bölümünü bitiriyor, Eğitim Müfettişi oluyor. Yıllar sonra bir gün Ankara'da , geçmişte ilkokuldan mezun ettiği öğrencileriyle karşılaşıyor. Çoğu üniversiteli olmuştur. Yıllar öncesinden bir başarı belgesidir bu. İdealist öğretmenlerin güzel işler yaptıklarının bir kanıtıdır.

Köy enstitülerine ön yargıyla bakmamak lazım. Savaş sonrasının yoksul Türkiye'sinde adeta mucizeler gerçekleştirmişler. Türkiye koşullarına uygun bu eğitim-öğretim modeli keşke sürdürülebilseydi. Kayıplar değil, kazançlar gündeme gelirdi bugün. 
Bugün Köy Enstitülerinin 78. kuruluş yıl dönümü.
Yitirdiğimiz, keşke yaşatılabilseydi dediğimiz değerlerimizden biri. Uzun, taşlı yollardır, köylerden kentlere uzanan yollar. Bu yollardan geçecek çocuklara el uzatmak gerek...

Not:Blogda Köy Enstitüleriyle ilgili iki yazı daha var. Okumak isterseniz:

17 Nisan 2015 Bir zamanlar Köy Enstitüleri.
17 Nisan 2016 Orada Bir Köy var uzakta.