Bu Blogda Ara

30 Oca 2018

YAĞMURLA GELEN... ( ÖYKÜ )



Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. "Birden bastıran bir yağmur değil bu" diye kendi kendine konuştu. Gece önce şimşek ve gök gürültüsüyle başlamış, sonra hızını arttırmıştı. Toprak iyice suya doymuş olmalıydı. Çocukluğundaki yağmurlar geldi aklına. Önce ışıkla beraber şimşek çakması ve gök gürültüsü ürkütürdü onu. Yıldırım düşmesi ile ilgili ne çok öykü dinlemişti.

Olayları anlatırken abartılı anlatırdı yakınları; telef olan sürüler, yıldırım düşmesiyle yanan ya da zatürre veya kalpten ölen insanlar... Hayal gücü güçlüydü. Her olayı yaşardı adeta. Yağmurdan sonra gök kuşağı oluşmuşsa nasıl da mutlu olurdu. Sanki altından geçerek o renklere ulaşacak gibi koşmaya başlar, yakalanıncaya kadar hızını alamayıp koşar koşardı...

Yağmur tüm hızıyla devam ediyordu. "Silecekler yeterli değil " diye düşündü. Arabayı yolun kenarına çekip biraz beklemek iyi olacaktı. Öyle de yaptı. İnsan beyni nasıl da çağrışım yapıyordu. Yıllar öncesinin yağmurları geldi aklına; Bir sel felaketi, insanlar, evler ve arabaların suyun içinde kalması, bazen sularla birlikte sürüklenmek... 

Düşünceler bir sinema şeridi gibi aklından akarken birden Onu fark etti.Yağmurun altında bedeni adeta iki büklüm, öne eğilmiş durumda, ayaklarını sürüyerek yürümeye çalışan yaşlı bir kadın. Onu koruyacak bir şemsiye ya da atkısı yoktu. Üstünde sadece ince bir yağmurluk vardı.Belli, yoksul değildi ama zengin de sayılmazdı. Yağmur suları saçlarından akıyor, omuzlarına iniyordu. 

O'nu izlerken birden yüreğinde bir yumruk hissetti genç adam. Derin nefes alma ihtiyacını duydu. Yıllar öncesinde de böyle anlar yaşamıştı.Zor durumda olan birini gördüğünde onun acısını, sıkıntısını hisseder, benzer duyguları empati yoluyla güçlü bir şekilde yaşardı.

Kadın ıslanıyordu o şiddetli yağmurun altında. Çok yakınlarda sığınabileceği bir çay bahçesi, bakkal, lokanta, hiçbir yer görünmüyordu. Hiç düşünmeden arabadan çıktı genç adam. Islanmasına aldırmadan koşarak kadının yanına gitti. -Sizin için bir sakıncası yoksa bir süre arabada bekleyebilirsiniz. dedi.Anlamsız bir çift göz Onu baştan ayağa süzdü. Yağmurdan çok etkilendiği belliydi. Bir arabaya bir ona baktı.

Yılların yaşanmışlığıyla  bir anlık bir güvendi onunki.
"Peki" dedi. Islak giysileriyle arka koltuğa oturdu. 
O an teşekkür etmeyi akıl etti. "Çok teşekkür ederim. Eşim evde, rahatsız. O yüzden Onun çıkmasını istemedim. Evde yemeklik malzeme de kalmamıştı."
1-2 cümle Onu yormuştu. Durdu, derin nefes aldı ve ekledi: " Çocuklar da yanımızda değiller. Eşleri, işleri neredeyse orada mutlu olmalarını istiyoruz biz de. 
Eşim merak etmiştir şimdi. Yıllar Onu bana daha düşkün kıldı.5 dakika geç kalsam pencereye çıkar. Benden sonra radyosu gelir düşkünlükte. Şimdi onunla meşgul oluyordur. "

Sohbet etmeyi, konuşmayı özlemiş gibiydi.Arabanın içinde soğuk havadan sıcak havaya geçiş de onu rahatlatmıştı herhalde,anlatmasını sürdürdü; "Eskiden çalan kapı zillerine yetişemezdik.Şimdi çalan zillere hasret kaldık.Hatta bazen ben eşime şaka yapıyorum. Dışarı çıkıp zili çalıyorum, O kapıya çıkınca "Benden başka bir beklediğin mi vardı? " diyorum, birlikte gülüyoruz...

Rahatlamıştı besbelli, konuşma ihtiyacındaydı. "İsterseniz arabayla eve kadar bırakabilirim" dedi genç adam. -"Çok sevinirim. Eşim  meraklanmıştır. Yıllar geçtikçe bir elmanın iki yarısı gibi olduk. Elmanın bir yarısı çürümeye başlarsa öbür yarısı da sağlam kalmıyor. Sevdiğiniz insanın acısı sizi de çepeçevre sarıyor. Bir insanı gerçekten benimsemişseniz, mutluluğuna da, hüznüne de ortak oluyorsunuz.

-"Siz evi tarif edin, yavaş yavaş gidelim."
-"Bu yolu dümdüz gidin, yaklaşınca ben tekrar tarif edeceğim."
Yağmur hızını azaltmıştı. Silecekler artık çalışıyordu. Yollardaki su birikintilerini yararak yola koyuldular. Anılar günün bu sabah saatinde yollarda yansımalar bırakarak tekrar eski yerlerine yerleşiyorlardı. Genç adamın kafası karmakarışıktı. "Hayat" diye düşündü; nasıl, ne zaman, nereye kadar... Bir bilebilsek... Değişir miydik...? Orhan Veli'nin çok sevdiği "Yalnızlık" şiiri geldi aklına; içinden sessizce mırıldanarak hatırlamaya çalıştı:

YALNIZLIK

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana,
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara, 
Bir cana hasret,
Bilmezler...

Orhan Veli KANIK
--------------------- 
Genç adam "Orhan Veli nasıl da haklıymış" diye düşündü bir kez daha. Arabada artık sessizlik hakimdi. Yağmur tekrar hızını arttırmıştı. Bazen gökyüzünden, bazen gözlerden akıyordu ince ince yaşlar...





29 Oca 2018

ASKER...



Kim bilir kimlerin canı yandı gene ?
Hangi evlerde ne ağıtlar yakıldı,
Hangi kentlerden,köylerden ne feryatlar yükseldi.
...................
Davullar, zurnalar çaldı,
Sen askere giderken,
Oysa dönerken müzik bile yabancıydı sana.
Kucaklara alındın giderken,
Havalara uçtun gülerek...
Davullar, zurnalar çalındı,
Halaylar çekildi, kurbanlar kesildi
Sen askere giderken...

Hayatında ilk kez uçağa bindin dönüşte;
Camdan dışarı bakarken değil,
Gözlerin sımsıkı kapalı, ayakların upuzun,
Bu kez tahta, daracık, küçük bir mekanda...
Herkes konuşurken sen suskundun.
Konuşulanları duydun mu, duymadın mı, belirsiz.
3 yaşındaki oğlun, henüz doğmamış kızın 
annelerinin yanında.
Eller sımsıkı kenetlenmiş, gözleri yaşlı.
Nöbetteki asker bile sessizce ağlarken,
Onlar o büyük acıyla yorgun, bitkin ama ayakta.
Peki ne zaman ağlayacaklar?
İçlerindeki acı, isyan, öfke nereye boşalacak?
Gözyaşları ne zaman akacak?
Akmayan gözyaşı acıyla inletir...

Günler, aylar, yıllar nasıl geçecek sensiz?
Yaşlı anne baba takvim yapraklarını nasıl koparacak?
Günleri saymayacak mı artık ?
En sevdiğin yemekleri kim yiyecek bundan sonra?
Kimi sevecekler "Kahramanım" diyerek.
Kar diyecekler, dolu diyecekler, üşüme sakın;
Bir atkı, bir çorap, bir bere kime gönderecekler?
Günler, aylar, yıllar, mevsimler... nasıl katlanılacak?
Akıtılmayan gözyaşları bedende nereyi delecek?

Makbule ABALI





19 Oca 2018

SEVGİNİN BÖYLESİ...?



İster bir kral, ister bir köylü olsun, dünyada en mutlu insan evinde huzuru olandır. 
Goethe 

Reklamlar ilginç gelir bana. Hayatın ta içinden gerçekleri görüntü ve müzikle sunar. Bazıları çok itici olsa da genellikle çekicidir. Çocuklar nasıl da zevkle izlerler; sesli, renkli, müzikli görüntüleri... Bazen dans ederler müzik eşliğinde, bazen kalakalırlar ekran karşısında.

Bir süre önce bir sigorta reklamının müziği aynen çocuklar gibi beni ekran karşısına çekmek için yeterli oldu: Yaşlı bir bey piyanoda eski bir parçayı çalıyor:
İnsanı rahatlatan, sakinleştiren bir müzik; 
"Güllerin içinden canım
Koşarak koşarak gel bana gel
O güzel gözlerini canım
Süzerek süzerek gel bana gel
Bu küskün yüzün gayrı gülsün canım...

O sırada içeriye orta yaşın  en hoş halinde bir bayan giriyor.Birbirine sevdalı bir çifti izliyoruz ekranda. Adeta gözleriyle konuşuyorlar. Müziğiyle, görüntüleriyle insanın içini ısıtan çok güzel bir reklamdı; ince, naif, hoş... Keşke dedim arada sırada 
böylesi müzikler kulaklarımızı dinlendirse.Toplumsal olayların,kişisel hırs ve çatışmaların yorduğu, yıprattığı insanımızı biraz rahatlatsa...

Her gün gazetelerin 3. sayfa haberleri kadın cinayetleri, kayıp çocuk haberleri, trafik terörü ile dolu.Şiddete karşı tavır alanlardansanız hiçbir diziyi tam izleyemezsiniz. Dövüş sanatı, insanlara eziyet yapma ile ilgili her türlü ders (!) var. Ancak 1-2 dizi bu çizginin dışında.

Kadın ölümlerinde,yıkılan yuvalarda gerekçe hiç değişmiyor: "Çok sevmiştim" ya da "aşıktım, cezalandırdım." "Çocuklarına çok düşkündü, o yüzden onları da öldürdüm." İnsan gerçekten severse öylesine büyük bir aşkla sevdiği, sevdalandığı birine kıyabilir mi? Aşk bir anda nefrete dönüşebilir mi? O zaman sevdiğini değil de kendini daha çok seven, düşünen insanlar çoğunlukta...

İnsan ister istemez düşünüyor ; Toplum, daha sinirli, daha gergin, daha tahammülsüz insanlarla doldu. Elbette nedenleri vardır. Ama cinnet geçirecek kadar kendini kaybetmenin bağışlanacak yanı yok. Masum çocukları öldürmenin açıklaması yok. Kimisi için meşhur olmak, gazeteler ve haber kanallarında yer bulmak çok kolay. Ama sevgi tükendikten sonra, kalpler bomboş kaldıktan sonra neye yarar ? Kırılan kalplerin, yaralanan kişiliklerin onarılması çok zor.


15 Oca 2018

YAŞAMAYA DAİR- Nazım HİKMET RAN





Bugün dünyaca ünlü şairimiz Nazım Hikmet Ran'ın 116. doğum yıldönümü. 15 Ocak 1902 yılında doğmuş, 1963 yılında 61 yaşında vefat etmiş.Saygıyla anıyoruz.
"Yaşamaya Dair " adlı şiiri en sevdiğim şiirlerinden.
Her okuyuşta ayrı bir tad alıyor insan.İçinde bir yaşam felsefesi barındırıyor.

YAŞAMAYA DAİR

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında
ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak
yaşamayı ciddiye alacaksın
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, 
sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz  gömleğinle  bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin
 insanlar için,
hem de hiç kimse
seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin 
yaşamak olduğunu bildiğin halde 
yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde
ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından...

Nazım Hikmet RAN




10 Oca 2018

HABER ALMAK...



Yeni yılda bir mektup, bir kart, elle çizilmiş bir resim aldım. Benim için farklılıktı, güzel birer sürprizdi. Telefon trafiğimiz yoğundu, epeyce elektronik posta, Whats App geldi ama artık unutulmaya yüz tutmuş, el yazısıyla yazılmış, gönderenden izler taşıyan o üç gönderinin tadı başkaydı, düşündürdükleri farklıydı.

Bizim gençlik yıllarımızda haberleşme kalıpları farklıydı.En çabuk giden telgraf idi. Ama mektup daha önemliydi. Sayfalarca mektup yazılabilirdi. Çünkü içimizde birikmiş, anlatılması gereken çok şey vardı. Bir yakınımız, güvenli bir dost, bir arkadaş, ya da aileden bir kişi... Mektuplar sayesinde pul da biriktirilirdi.Gönderilecek kişiye göre mektup kağıdının kalitesi, cinsi, rengi değişebilirdi.

Mektupların içine özenle kurutulmuş çiçekler konurdu bazen. Mektuplar öykü tadında olurdu. Mektuplarda yazı yeterliydi sanırım. Sembol, simge pek kullanılmazdı.Ama küçük işaretler konabilirdi. Kuş, kelebek ya da küçük kalpler gibi... O zamanlar mektup cevabı beklemek heyecanlı bir süreçti. Çünkü posta ile cevabı ancak bir haftada elinize ulaşırdı. Zamanımızda adrenalin kaynakları farklı. 

Saniyelerde kişiye ulaşan elektronik postalar hayranlık uyandırabilir. İnternette bir şiiri ya da şairi ararken birkaç harfi yazdığınızda sayfalarca seçenek sunulması da çok hoş. Ama kısaltmaları hala benimseyemedim. Ya okuyan başka anlam çıkarırsa, ya yeterince anlatamazsam, ya kişi saygısızlık gibi algılarsa gibi düşünceler, endişeler takılıyor kafama.Hassasiyet. insanla teknoloji arasındaki hızlı geçişi de engelliyor belki.

Sonuçta gene eski yöntemle bilgisayarda ya da cep telefonunda ilk göz ağrımız harfler, noktalama işaretleri imdadımıza yetişiyor. Düşünüyorum; zamana ayak uyduramamak mıdır bu? Ama sanmıyorum. ince düşünüyoruz, biraz geriden yol alıyoruz. Teknoloji, zamanı yanına alarak uzaya yolculuk yapıyor, biz ise yeryüzünde adımlarımızı hızlandırarak çağa ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ağır ama emin adımlarla. 

21. Yüzyılda, 2018'in ilk günlerinde eski dostlardan şirin bir kart, bir mektup aldım. Ve henüz 4 yaşındaki küçük torunumun annesinin rehberliğinde minik elleriyle hazırladığı bir yeni yıl kutlama kartı. mutluluğum doruklara tırmandı. Şimdilerde üzerinde "görülmüştür" ifadesi olan asker mektuplarıyla tutuklu mektupları dışında mektup gönderilmiyor artık..

.Her türlü incelik, duyarlılık biz insanlar için.Ömürlük belki zor, ama an'lık mutluluklar öyle kolay ki. Küçük şeylerle mutlu olmak, "farkındalık" da gerektiriyor tabii. Kültür, anılar, yaşam tarzı,yaşanılan çevre, zevkler, beğeniler hepsi hayatın özünde, bir bütünün parçaları tabii... Yeni yıl mektubum hayat arkadaşımdan bir sürprizdi; İçinde vefa, sevgi, iyilik barındıran kısacık ama anlamlı bir mektup. 

Mutlu olmak için pahalı hediyelere gerek yok. Ruhumuzu doyuracak gıda, çeşitli kaynaklardan sağlanabiliyor.