Bu Blogda Ara

23 Nis 2018

BİR ZAMANLAR ÇOCUKTUK...


Gerçek çocuklardık biz ;
Bakışıyla, duruşuyla, koşuşuyla.
İlle de oyuncak aramazdık,
Yapma bebeklerimiz vardı,
üstüne elbise biçtiğimiz ,
Bir tas suda yarıştırdığımız
Kağıttan kayıklarımız,
Uzun ipli uçurtmalarımız,
5 taş oynadığımız taşlarımız...

Kırlara çıkardık bahar gelince ;
Başımızda papatyalardan taçlar,
Elimizde rengarenk kır çiçekleri,
Piknik yapardık su kenarlarında,
Şarkılarımız vardı, söylerdik.
Oyunlarımız vardı çocukça 
Gerçek çocuklardık biz;
Çocukluğunu yaşayan çocuklar...

Bayramlarımız vardı,
Törenlere çıktığımız.
Şiirler okuduğumuz,
Müsamerelerimiz.
Rontlar oynadığımız,
Bayram gibi bayramlar...
Her şeyimiz gerçekti,
Her şeyimiz içten.
Hayatı doyasıya yaşayan
Çocuklardık biz...

Makbule ABALI

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm çocuklara kutlu olsun. 
Not:Üstteki fotoğraf İnternetten.
İsmet İnönü'nün oğlu Ömer İnönü Atatürk'le birlikte.
4 yaşındayken.


17 Nis 2018

BİR OKUMA ÖYKÜSÜ...(KÖYDEN KENTE OKUMAK...)



Bazen düşünürüm; hepimizin yaşamında belli kesişme noktaları var. Bazen bir yer, bir tarih, bir haber, bir insan, yaşantımızda büyük değişimler yaratıyor. Farklı adlarla değerlendiriyoruz bu durumu;
Rastlantı diyoruz, kader ya da şans diyoruz. Bu değişimler sonrası yollar ya yön değiştiriyor ya da kesişiyor. Asıl yaşam, o yollardan birinde duraksaması değil midir insanoğlunun?

Bu bir kısa öykü. Bir varoluş öyküsü. Yaşamdan bir kesit. Yapı taşları yıllar önce yerleştirilmiş, iyi bir temel oluşturmuş. Tamamı anlatılsa bir kitap olur belki. 
Bir dağ köyünde 14 yaşlarında bir erkek çocuk. İlkokulu aynı köyde bitireli 2 yıl olmuş. 5 erkek, 2 kız 7 kardeşler. Babasına iş gücü lazım. O da dağlarda hayvan otlatıyor, tarlada ekin biçiyor, harman kaldırıyor. Ürettikleri ürünlerle geçimlerini sağlıyorlar. 
Babasına iş gücü lazım. Ancak anılarında unutamadığı bir gün var; tarlada toza toprağa bulanmışken babası yüzü asık bir şekilde gelir. Yazıyı göstererek "Sınavı kazanmışsın, okula çağırıyorlar" der. Birbirini çok seven iki kişide o an mutluluk-mutsuzluk çatışması yaşanmaktadır." Gitmek mi zor, kalmak mı " çelişkisidir bu. 

O yıllarda Mersin-Arslanköy arasında toplu taşıma araçları yoktur. Yol yürüyerek 24 saattir. Yolun yarısında mola verilir, ağaçların altında yatılır. Gecenin ayazı iliklerine işler. O yıllardaki çocukların en büyük hayali okumak, bir meslek sahibi olmak. Özellikle dağ köylerinde yaşayanlar için okumak, bir başka dünyaya adım atmaktır. 

Günümüzde Finlandiya'nın , bazı kuzey ülkelerinin hala örnek aldığı, fakültelerde tez konusu olan bir eğitim modelidir Köy Enstitüleri. İlkokuldan sonra 5 yıl. Okul öncesi ve okula girişte iki ayrı sınavdan geçiyorlar. O yıllarda kurulan 21 tane Köy Enstitüsü tarıma elverişli topraklar üzerinde inşa edilmiş. Okul inşaatlarında öğrenciler de çalışmış. Okulda tarıma dayalı uygulamalı iş eğitimi ve kültür dersleri verilmesi amaçlanmış.

Haziran döneminde okulu bitirenler ilkokul öğretmeni olarak Temmuz-Ağustos aylarında göreve başlarlar. 
Okullarda genellikle büyük bir kütüphane, çeşitli enstrümanların bulunduğu bir müzik odası, çeşitli atölyeler bulunuyor. Öğrenciler yemeklerde okul bahçesinde yetiştirdikleri sebze ve meyveleri yiyorlar.
Her gün önce sabah jimnastiği yapılır, ardından 45 dakika etüt saati uygulanır ve kahvaltıdan sonra derse girilirdi. Okula gelinceye kadar hiç kitap okumamış, eline müzik aleti almamış çocuklar için okul, bir gelişim ve değişim merkeziydi adeta. Yılda en az 25 kitap okuyorlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı, klasik müzik dinlemeyi öğreniyorlar.

Enstitülerde kazandırılan çok önemli bir başka özellik;
sormayı, sorgulamayı, eleştirmeyi, hak aramayı davranış olarak kazanıyorlar. Her cumartesi sabahı sorunları dile getirmek için toplantılar düzenleniyor.Bu toplantılara yöneticiler, ilgili öğretmenler ve öğrenciler katılıyorlar. Öğrenciler rahatlıkla yöneticileri eleştirebiliyorlar.

İlk bölümde okuma öyküsünü anlattığım eşim Ahmet Abalı, ilk iki yılına  Antalya Aksu Köy Enstitüsü'nde başlamış. Enstitüler kapanınca okul, "Aksu  İlk Öğretmen Okulu" adını almış. 5 yıllık eğitim 6 yıl olmuş. Kültür dersleri arttırılmış, tarım ve iş dersleri azaltılmış. Okulda gene yatılı öğrenci olarak devam etmişler. Okul bitince Diyarbakır Silvan İlçesine ilkokul öğretmeni olarak  atanmış, 5 yıl orada görev yapmış. O yılların Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, mezun olan her öğrenciye kutlama mektubu gönderirmiş.

Köy Enstitülerinden çok donanımlı öğrenciler yetişmiş. Sonradan  fakültelere girerek ortaokul ve lise öğretmeni, doktor, eczacı, mühendis, avukat, hakim olanlar var. Çok sayıda ünlü şair, yazar, yargıtay üyesi olan var. Eşim Gazi Eğitim sınavlarına girerek Pedagoji bölümünü bitiriyor, Eğitim Müfettişi oluyor. Yıllar sonra bir gün Ankara'da , geçmişte ilkokuldan mezun ettiği öğrencileriyle karşılaşıyor. Çoğu üniversiteli olmuştur. Yıllar öncesinden bir başarı belgesidir bu. İdealist öğretmenlerin güzel işler yaptıklarının bir kanıtıdır.

Köy enstitülerine ön yargıyla bakmamak lazım. Savaş sonrasının yoksul Türkiye'sinde adeta mucizeler gerçekleştirmişler. Türkiye koşullarına uygun bu eğitim-öğretim modeli keşke sürdürülebilseydi. Kayıplar değil, kazançlar gündeme gelirdi bugün. 
Bugün Köy Enstitülerinin 78. kuruluş yıl dönümü.
Yitirdiğimiz, keşke yaşatılabilseydi dediğimiz değerlerimizden biri. Uzun, taşlı yollardır, köylerden kentlere uzanan yollar. Bu yollardan geçecek çocuklara el uzatmak gerek...

Not:Blogda Köy Enstitüleriyle ilgili iki yazı daha var. Okumak isterseniz:

17 Nisan 2015 Bir zamanlar Köy Enstitüleri.
17 Nisan 2016 Orada Bir Köy var uzakta.








9 Nis 2018

İYİ GÜNLER... KÖTÜ GÜNLER...





Yaşam farklı günlerle dolu; İyi-kötü, mutlu, mutsuz, zor-kolay, sakin, heyecanlı, yorgun-dinç... Ne çok farklı durum yaşıyoruz. Anlık durumlarımız da öyle değil midir ? Kahkahalarla gülerken bir anda duyduğu bir haberle hıçkırarak ağlayabilir insan. Bazen sessiz akar gözyaşları. Erkek olarak da ağladığınız zamanlar olmadı mı ? Tek başına ya da bir dostla, arkadaşla, tek başına ...

Bir düşünür şöyle diyor; "Eğer sıkıntılarımız, korku ve kaygılarımız gözyaşı olarak boşalmasalardı , vücudumuzda başka organların ağlamasına neden olurlardı. Çocukken erkek çocuklara hep telkin edilir;
"Erkekler ağlamaz, güçlü olmalısın." Erkek olmak uğruna dayanır çocuk, kendini sıkar. Gözlerinden yaşlar süzülürken "Ama ben ağlamıyorum ki" der. Güç kaybını kendine konduramaz. 

Dayanma gücümüzü kendimizden başka kim test edebilir? İyi niyetimizi, vefamızı, merhametimizi, sabrımızı... Vicdanınızı susturmadıysanız, iç sesiniz haykırıyorsa ta derinden , İNSAN gibi davranmak zorundasınız. Tuttuğunuz ele güveniyor, inanıyorsanız, zor durumda, kötü günde onun elinizi bırakmayacağından da eminsinizdir. 

Hastalıklar, kazalar, zor günler atlatılır, ya da bazen daha kötü günler de yaşanabilir.Bazen sabır, bazen duygular, bazen zaman devreye girer. Mutluluk ya da mutsuzluk kişisel çabalarımıza göre inişli-çıkışlı değil midir? Yeter ki insanda yaşama sevinci ölmesin, umut tükenmesin.